Pages

22 Haziran 2012 Cuma

Çekiyoruuuummm... Çlink!


Veeeeeeeee…. 
Kıytırıklık vadisinin ötesinde başlayan tatilimin ilk etkinliğini gerçekleştirmiş bulunuyorummm.^^


Bugün çekimimiz vardı! 
Ben çekendim.

Bu da Big Bang’li “Küçükken beş taş oynardık, biz taş olurduk.” espirisi gibi oldu :D  Neyse demem o ki; hani ben bazen fotoğraf çekiyorum ya… İşte bugün yine bir çekim yaptım ve sonuç güzel oldu <3

Öncelikle boyama işleri vardı… Bu arada sanırım benden fotoğrafını çekmemi isteyen kişiler her an ağzını yüzünü yağlı boyayla boyayabileceğimi öğrenseler iyi olur. Zira bugünkü mankenime aynen böyle yaptım. Bakmayın fotoğraflarda yüzünde sadece makyaj var ama çekimin bir kısmında dudaklarını da guaj boyalarla boyamadık değil ^^ O fotoğraflarla daha ilgilenmedim tabi. Ama bilin diye söylüyorum bebeyimler. Tek bir ilhamıma bakar! ^^ Kırk yıllık fotoğrafçıyım da söylemesi ayıp -,-


Artık öyle bir boya harcaması yaptık ki sırf palet değil elimiz kolumuz da boyanmıştı. Fotoğrafta yine elinde birkaç boya olduğunu göreceksiniz ancak onları da yapabilmek için renkleri karıştırmak gerekiyordu sonuçta. ^^

En sonunda son birkaç rötuş yaptık ve fotoğraf çekmeye hazırdık ^^ tabi çekerken pat diye o pozları yakalayıp bitirmedik. Dalga geçiyorum ama profesyonel falan değilimdir :D O yüzden istediğim pozu hemen elde edemiyorum.  


***

Her neyse işte, şimdi fotoğrafları koyuyorum ^^

Boyalı Barbie


Ve

Yabani Kız

Bu arada bu kadar çok boyanın kaynağı yine mankenimiz. Kendisi bir resim öğrencisi ^^ Bir de küçük kardeşim oluyorlar bu hanım kızımız. Öyle yani işte, tatilin ilerleyen günlerinde yeniden çekim yapmayı ve sizinle paylaşmayı diliyorum, buralardan uzuyorummm! <3

Unutmadan şu şarkıyı da paylaşayım da. ^^ Bu aralar bunu çok dinliyorum, çok şeker :))
Hayatta inandığım en büyük görüş:
“En yakışıklı ve iyi erkekler hep gay’dir. Çünkü mükemmel insan olamaz.” 
:D



Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)



21 Haziran 2012 Perşembe

Mektuplarımı yeni adresime postalayın lütfen, teşekkürler.

Ufak bir depresyon yaşadım sanki... Normalde biz kızlar böyle bir durumda saçımızı kestiririz ya da boyatırız, ya da bir şeyler yaptırırız işte, ama ben saçlarıma kıyamadım ve hıncımı blogumdan aldım sanırım.
Bir ad değişikliğinin, adres değişikliğinin söz konusu olduğu doğrudur. Nedenini bilmiyorum bir an çok istedim değiştirmeyi işte -,-  Ama depresyondan değildi bence. Yani ben öyle düşünüyorum. ^^ Amaan bee, kimin umurunda. Görüşürüüüzz ^^

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle... :)

13 Haziran 2012 Çarşamba

Hong Ki "Aaaaaaa..." de bakayım.



Ah Lee Hong Ki… Bu çocuğun sesine bayılıyorum. Hep bir ağlamaklı hava, hep hüzünlü bir ton... Bir de öyle bir bağırıyor ki, içim gidiyor. Hem bağırıp hem nasıl o kadar güzel bir ses çıkarabiliyor hala anlamış değilim. Kendisini çok sevmiyorum açıkçası, yani kişilik açısından. Neden bilmem. Bir türlü ısınamadım. Ancak beni ilgilendiren tarafı sesi ve şarkıları olduğuna göre kişiliğini bir kenara atabilirim. Koreli erkek sanatçıların arasında (bildiklerimi kastediyorum) en güçlü sese sahip olan kişi diyebilirim. Big Bang’teki Dae Sung ile yarışıyor aslında. 
Bir de bu F.T Island'ın şarkılarının müzikleri de çok hoş oluyor ne hikmetse.
Yani… Hong Ki diyorum, F.T.I diyorum, candır diyorum, baldır diyorum. Sonra ekliyorum, Girls Don’t Know diyorum, After Love diyorum… Diyorum da diyorum, bu iki şarkıyı paylaşıp gidiyorum. ^^

After Love’ın bu canlı performansı çok hoştu…


Girls Don’t Know’da da şu haykırışı yok mu… Huuuuuu…


Tamam tamam… -,-

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)

Sweet dreams are made of "ayçiçeği"



Ah, ne oldu hiç anlamadım bebeyimler ( bu bebeyimler lafı da twitter’dan pelesenk oldu ağzıma.Neyse asıl meseleme döneyim. ^^ ).
Evet, ne oldu hiç anlamadım. Güya bomba gibi geçecek olan tatilim berbatlık vadisinin ötesinde bir başlangıç yaptı. Bilin ne oldu?
Yazın en güzel zamanında, yani başında, tam bir çıtkırıldımlık örneği sergileyip herkese örnek oldum. Hasta oldum yani. -,-
Gecenin bir vakti oturmuş internetimin başında kim bilir nelerle uğraşırken, bir boğaz ağrısı dalgasının geldiğini hissettim. Ah, su içeyim geçerler’den hemen sonra yatağıma doğru bir geçiş yaptım ve sabah uyandığımda ağrının katlandığını gördüm. O an hiç hoş olmayan bir şekilde hasta olacağımı anlamıştım. Ben buna “hay bin turşu!” derim. Derken derkeeennn…

Hastayım, ölüyorum’la geçen 2 günün ardından yaşanan elektrik kesintisinin etkisiyle uyumaktan başka çaremin kalmadığı bir günde duvardaki ay çiçeği tablosuna bakarken iki gerçekle yüzleştim…
Bunlardan ilki tatlı rüyaların yapıldığı şeyin ne olduğunu bulmamdı… Yıllardır Eurythmics yanılıyormuş. Tatlı rüyalar ay çiçeğinden yapılıyormuş!
Hani filmlerde ya da kitaplarda vardır. Kahraman, bir resme, bir fotoğrafa, bir manzaraya bakarken uykuya daldığında o baktığı zımbırtıyı yaşar rüyasında. Ya kuşlarla uçar, ya dev boyutlu elmalar tarafından kovalanır ya da bilemiyorum anladınız siz beni. İşte o ay çiçeği tablosuna bakarken uyuyakaldığımda kendimi ay çiçeğiyle dolu bir tarlada buldum. Ne yazık ki devamını hatırlamıyorum. Uyanınca da hasta bir kafayla her tür teoriyi kanıtlayabilirim gibi geldi. Eğer bir şeye bakarken rüyamda onun canlandığını görebildiysem, bir yerlerde kanatlı ve boynuzlu beyaz atlar, Noel babalar, kırmızı burunlu Rudolph’lar olmalıydı. Bunları ilerleyen zamanlarda araştıracağım. Tabi, mümkünse hasta olmadığım zamanlarda bulmak isterim.
Öyle işte “bebeyimler”, yaza fiyaskoyla başladık ama ilerleyen zamanlarda güzelleşeceğine dair bir his var içimde. Yani bence olur, neden olmasın.
Bu arada tam bu yazla ilgili şeyleri yazarken müzik listemde Glee-Summer Nights’ın çalıyor olması bana bir işaret olmalı. Bu bir sınav, bu bir deneme, bu bir YGS-LYS olmalı. O zaman siz de dinleyin diye, buralara bir yerlere o şarkıdan koyuyorum.



Bu arada dedim ya tırnak mırnak süsleme işlerine gireceğim diye. Dün bir deneme daha yaptım. Güzel oldu, ama fotoğrafını çekemedim şimdi çok üşendim. Yani ilerleme kaydediyorum sanırım. ^^ bir de eğlenceli, bir de eğlenceli… Bir süre sonra iyice ustalaşırsam, size de yaparım. Hadi iyisiniz gene köftehorlar. ^^

Şu anda çok enerjik bir şarkı dinliyorum, bunu da dinleteyim size hadi. ^.^  


Bu veletler benden iki yaş küçük. -,- bu da çıkış şarkıları, bir ayda 3 milyon izlenmiş. Ben de burada tırnaklarımla uğraşayım daha… Laf aramızda Shake it, kısmında da çok güzel Shake'liyorlar. ^.^

Ah her neyse! Hadi kaçtım ben bebeyimler. <3 ^^

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)

8 Haziran 2012 Cuma

İsyeaaannn değil Hüsraaannn !


Hayal kırıklığı yaşıyorum dostlar.

Big Bang yaşattı bunu bana. Çok iyi ve vefalı bir VIP olduğumu düşünürdüm ama bunu söylemeden edemeyeceğim. Monster’ın Japonca Versiyonu tam bir hüsran. Manevi anlamda bir şey diyemeyeceğim ama kulağa o kadar kötü geliyordu ki neredeyse tamamını dinlemeden kapatıyordum. Hele de şu başındaki GD ve T.O.P’nin söylediği kısımlar. Çok rica edeceğim Korece konuşun lütfen. Başka bir dili deneyince hiç olmuyor. Lütfen.


Ah ben daha bu şoku zor atlatırım. İyisi mi gideyim de Korece Monster’ı dinleyim.
Görüşürüz sonra. Şimdilik bu kadar. ^^

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)


5 Haziran 2012 Salı

Mazeretim var, asabiyim ben! ^^




Uyarı!
Bu metin ileri düzeyde iticilik içerir. Sinir hastaları ve yarası olanların gocunmamaları için okumamaları önemle duyurulur.


Çok sinirliyim azizim. Nedeni herhangi bir olay olması değil. Nedeni, tüm sinirimi bozacak davranışların üst üste gelmesi.
Bir kere en başta, aylardır görmediğim ailemdeki değişmeler çok ilginç. “Tipik, annem işte.”, “Tipik babam işte.” diyemiyorum çünkü hiç de tipik davranmıyorlar. Sürekli bir içimden “Bu ne ya? Ne olmuş bu eve? Tövbe estağfurullah bi bişeyler olmuş bunlara.” diyerek dolanıyorum. İki dakika arkamı dönmeye gelmiyor cidden bu eve. Önümüzdeki  birkaç ay onlara alışmakla geçecek gibi.

İkincisi ve en büyük dert arkadaş meseleleri. Biri kökeni taaaa ilkokula inen bir arkadaşlık. Ki artık kendisine arkadaş mı demeliyim emin olamıyorum. Evet aramızda bir sorun yok gibi ama sürekli bana zıtlaşır oldu. Bir nedeni de yok. Gayet güzel geçinip giderken birden benden nefret eder gibi davranıyor. Olur ya bilim kurgu filmlerinde… Başrolün bir yakını da aslında dünyayı yok eden o zımbırtıya bulaşmıştır ve ara ara rengini belli eder. Sonra birden başrol şu cümleyi kurar. “Sen Chris değilsin! Söyle ona ne yaptın?” ve bir yumruk, dırşşş!  
Aynı bu muhabbet dönüyor artık. Tabi ben içimden diyorum sen Chris değilsin, diye. Yumruk da atmıyorum ama yakındır, geliyor hissediyorum.
Bir garip olanı da yenilerden. Çok seviyorum kendisini ama sinirlerimi bozuyor bu kızcağız da artık. Bunu herkes yaşamıştır.  Çok iyi anlaşırsınız, ya da belki öyle sanırsınız bilmiyorum daha karar veremedim. Ancak karşıdaki lafınızı bile dinlemiyordur. Söylediğiniz şey her nasıl oluyorsa birden onun hayatındaki bir şeye dönüşüveriyordur. Bir anda konu yine ona dönmüştür, siz ne dediğinizi bile unutursunuz. Bu benim aynı şeyi yaşadığım ikinci arkadaşım. İlkiyle artık konuşmuyoruz ama bununla da böyle olmasını istemiyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Bir de bazen kendisinden kötü sinyaller alıyor gibiyim. Çok basit konularda bile, yani alt tarafı iki kelime yazıp haber vereceği bir şeyde bile bunu yapmıyor. Bense “ay ona da söyleyim o da öğrensin ay ona da göndereyim bunu” gibi düşünüyorum, ki bir teşekkür bile almıyorum genelde. Mesele bana karşılığının olmaması değil teşekkür edilmemesi aslında. Çünkü ben büyürken etrafımdaki nezaket kuralları Barbie bebeklerimin iki katı kadardı ve böyle şeyler benim için çok önemli bir yer tutar oldu.
Nezaket takıntımı dürten diğer örnekler de diğer arkadaşlardan geliyor. Biliyorsunuz herkesin zevki farklıdır. Biri renkli şeyleri sever diğeri sade şeyleri. Biri tatlı sever diğeri ekşi. Biri Kore müziğini ve sinemasını sever, diğeri Hint.  Evet buna sözüm yok.  Ama yine biliyorsunuz ki insanları zevkleri için eleştiremezsiniz de.  Etrafımdaki arkadaşlarıma sorsam onlar da biliyordur bunu, lütfen herkes her şeyin en iyisini bilir zaten bu dünyada.  Ama pratik… İşte kimse uygulama konusunda ne yaptığını bilmez. Bu kadar zırvalamamın nedeni tam da benim zevkimi eleştiremezsin sen diyenlerin diğerlerini eleştirmesi.  Bunun en basit örneği olarak da ojelerimi karıştırıp renkarenk etmişken, “bu ne böyle karışmış gibi duruyor iğrenç.”diyeni sunuyorum. Bendeki de nezaket ya, “zaten karıştırıp yaptım süper zeka!” diyemiyorum. O da onun zevki diyip geçiyorum ama baktığımda zevk meselesinin dışına çıkılıp benim zevkime atılan taşı ortada bırakmaktan başka bir şey yapmamışım. Örnekler çok, anlatacak zamanım yok. O nedenle burada bırakıyorum.


Tabi ki sinirimi bozan bu insanların yanında moralimi düzeltenler de var. Bunlardan biri edepsiz ve komik laflarıyla kardeşim. Bu kızcağız benim gibi Barbie bebeklerle büyümedi. Yerinde nezaket sahibi biri olsa da içinde zapt edemediğimiz edepsiz ve kaba bir çocuk yatıyor. Dolayısıyla da sizi güldürüp eğlendirmesi kaçınılmaz oluyor. ^^  Yine böyle naif görünüp beni güldürüp eğlendirmeyi başaran bir oda arkadaşım var ki sormayın. Gerektiğinde annem gibi olup, gerektiğinde benimle çocuk olabiliyor. Bunu nasıl başarıyor -,- Bir diğeri  yine ilkokul yıllarımdan kalma canım arkadaşım. Ne zaman sıkılsam hep arkamda durur. Bana güzel hayaller kurup beni mutlu eder.
Bu üçünü çok seviyorum <3 yukarıdakilerin hepsini de çok seviyorum aslında, ama onlar şimdilik kötü enerji artırıcılar. Eminim yakında düzelir her şey.

Demek ki neymiş? İnsan içindekileri anlatınca, her şeyin iyi olacağına daha çok inanıyormuş.
Hay bin fasulye turşusu! (Bu kelebekli olanın yeni versiyonu.^^ )Ben çok zeki bir kızım ! (Bu da egoizmin bir versiyonu. ^^)
Tamam hadi gidin artık. Yine bir şeyler bulup yazarım ben.

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)



2 Haziran 2012 Cumartesi

Monster değilim, tatil yapmak istiyorum.




Tatil havasına giremedim bir türlü. Ne iş anlamadım. Sanki okulu bırakmışım gibi huzursuz hissediyorum. Hala gitmem gerekiyormuş da ben gitmiyormuşum gibi. Yakın arkadaşlarımın garip davrandıklarını düşünmeye başladım.
Biri 911’i arasın! Ya da 119 muydu? Bizdeki numarası neydi ya bunun? 112 mi? Her neyse Katy Perry’nin dediği gibi; “Someone call the doctor!” -,- Çünkü neyim var cidden anlamış değilim.
Hayatım boyunca hiç deniz-kum-güneş gibi bir tatil hayali kurmamıştım. Ama bugün oturmuş perdeyi izlerken (-,-) bunu çok istediğimi fark ettim. Acaba yaşlanıyor muyum nedir? Belki de bunu düşünmeye başladığım sırada perdeyi izliyor olmam her şeyi açıklıyordur. Bu ikinci sınıf beni çok yordu azizim. Öyle böyle değil. O kadar anlatamıyorum ki o kadar olur. İşte o kadar bir şey, anlatamadım yine.
Bu aralar interpals diye bir siteye takılmıştım. Dil öğrenmek için birileriyle tanıştığınız sitelerden hani. İngilizcemi ilerleteyim istemiştim alt tarafı ama Türk erkekleri kız gördüklerinde dayanamıyorlar mıdır nedir, dakika başı mesaj atılıyor. Bir umut acaba İngilizce konuşan biri midir diye bakıyorum ama gelen mesajlar genellikle şu şekilde oluyor:
“Selam.”
“O fotoğraftaki sen misin?”
“Elindeki kitabın yazarı şöyle de böyle de…”
“Profiline neden öyle yazdın?”
“Neden cevap vermiyorsun? Son bir şey dişlerin çarpık da ondan ağzın kapalı değil mi?”
Paşalar, keyfimin kahyaları olduklarından…
Bir de bizde ulaşılamayan ciğere mundar deme durumu var ya, çok gülüyorum cidden.  Kapattım tabi hesabımı. Bir tanecik Amerikan kız buldum umarım yardımı olur İngilizceme. ^^
Bu arada dişlerim ne çok düzgün inci gibi, ne de çarpık. Normal insan dişi işte. -,- mezuniyet fotoğrafımı çeken fotoğrafçı çok güzel bir şey söylemişti. Hiç unutmuyorum, benim de dünya görüşlerimden oldu (bu arada hayat felsefem demek yerine dünya görüşüm diyin, diğeri yanlış kullanımmış.).
“Bak işte. Dünyanın en güzel dişlerine sahip olmayabilirsin. Ama her insan güldüğünde dünya güzeli olur.” demişti o amca. Bence de öyle. Bu arada gülüşünü çok beğendiğim biri var. Big Bang’deki Dae Sung. ^^ Gülünce, zaten çizgi gibi olan gözleri tamamen yok oluyor ya çok sevimli bir şey. Benim de gözlerim öyle olsun istiyorum! Aman neyse, bu saatten sonra değiştiremem zaten. :D

Bu arada Dae Sung dedim de… Asıl bomba ne? Big Bang’ten Monster tabi ki…
Monster’ın klibinin yayınlandığını tesadüfen fark ettim. İzlerken kalpten gideceğimi düşündüm. O şarkıyı o kadar heyecanla beklemiştim ki… Klibi de çok etkileyici buldum. Millet istediği gibi korkuyorum bunların tipinden artık, diyebilir. Bence her defasında bir adım daha ilerde bir iş yapıyorlar. Hele de klibi bir yana bırakırsak şarkıya aşık oldum. GD efendi yine kendini aşmış. Ama özellikle Dae Sung ve Tae’nin söylediği nakarat yok mu, ah… Bir de şu arkadaki piyano… Çok üzülüyorum ona. Her gün eve gidip ağlayacağım onun için. -,- Still Alive albümünün internette olduğunu da kimse söylemedi bana. Youtube’dan döndürüp döndürüp dinliyordum artık. Neyse geç olsun, güç olmasın. Şu an albüm elimde olsa da hala Monster’ı döndürüp duruyorum gerçi, bir şey fark etmedi. ^^

Hala daha dinlemediyseniz, bence bir dinleyin. Şimdi ben de bir yüz kere daha dinlemeye gidiyorum. Siz de keyfinize bakın. Buyurun, aşağıda. Taptaze sıcak sıcak Monster…


Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle... :)