Pages

4 Eylül 2012 Salı

Renkli Rüyalar Şirketi'nde GD postacı, T.O.P müdürmüş...


Sayın okuyucu… Bu bir rüya uygulamasıdır. Geceleri üstünüzü iyi örtüp uyuyun.  Aksi takdirde doğacak saçma rüyalar zincirinden müessesemiz sorumlu tutulamaz. 



…Budapeşte Budapeşte…

“Macaristan mı? Gerçekten evi Macaristan’dan mı aldın yani?”diye cırlıyordu işte kardeşim.
“Evet, bir anda oldu. Fiyatı da uygundu. Üstelik içinde at koşturabilirsin. Tek bir odası bizim ev büyüklüğünde. Ayrıca üç katlı.”
“Hemen geliyorum.”
Onun kalbini çalmak kolaydı tabi, büyük evlere hiç dayanamaz ki. :)
“Tamam.”dedim ben de.
Beş dakika sonra kardeşim, annem ve en yakın arkadaşım yeni evimin kapısında belirmişti bile.
“Burayı bulmak hiç zor olmadı. O kadar büyük ki her yerden görünüyor diyeceğim neredeyse.”dedi kardeşim.
“Tamam, hadi içeriyi gezelim. Ben de daha tam olarak dolaşmadım. Dur, şu çalışanlardan birini bulayım da önce. Onlar dolaştırsın.”
Bir an sonra ev hepimizin “Omo!” “Voaaa!” “Oha!” “Hmmm!” nidalarıya dolmuştu bile. Ev gerçekten kocamanlık vadisinin ötesinde olduğu içindi bu tantana. Pencerelerden bakıldığında görünen tüm o yeşillik ve ağaç kaplı alan bize aitti. İçerideki odalar hayal edebileceğimizin ötesinde muazzamlıkta ve güzel döşenmişti, daha ne isterdik ki.
Sonra güzel bir odaya girdik ve “Burası benim odam olsun!” diye atlama gereği duydum. Çünkü çok hoşuma gitmişti bu oda. Ama bize evi gezdiren kahya “Sizin odanız üst katta.”dediğinde biraz duraklamam gerekti. Suratına anlamsız bakışlar atıyor olmalıydım ki, “Ev sahibine ait oda en üst kattadır. Bunlar misafirler için.”diye ekledi.
Sanki her gün misafir çağıracaktım.

En üst kata çıkmadan önce ikinci katı da gezecektik. Bu amaçla yukarı çıkmıştık ki, alt kattakinden çok daha farklı bir manzarayla karşılaştım. Burası karanlıktı. Pisti. Odalar ise… Hayır onlar oda değildi ki.
“Hücre mi bu şeyler?”
“Evet efendim, lütfen hepiniz bu önlükleri giyin.”diyip ellerimize beyaz iş gömlekleri ve gözlükler tutuşturdu kahya. 
Bunları giyip gözlükleri taktığımızda ortalık biraz daha netleşmişti. O kadar netti ki az önce orada olmadığından emin olduğum insanları görmeye başlamıştım. Bizim gibi gömlekler  giymiş onlarca insan vardı orada. Kahya bizi itekleyip onların arasına karışmamızı sağladı. Kendisi de üzerine bir şeyler geçirip bize oraları tanıtmaya başladı. Hücrelerin içinde garip yaratıklar vardı. Hayır onlar insandı. Ölmüş insanlar. Ölmek üzere olanlar, bir de öldürenler… Aksi gibi ailemi ve arkadaşımı da kaybetmiştim o kalabalıkta. Ben onlara bakınırken kahya durmuştu. Bir yandan tanıdık birkaç yüz ararken aklımdan geçen tek şey “Paramızla rezil oluyoruz!” idi. Birkaç taramadan sonra sonunda onları bulup yanlarına ulaştım. O sırada kahya gerizekalısı da anlatacaklarını bitirmiş oradaki kapılardan birini açmıştı. Öndeki birkaç kişiyi içerideki ne idüğü belirsiz şeyin yanına itip kapıyı arkadan kapatınca korkumun tavan yaptığını anladım ve bizimkileri çekiştirmeye başladım. Hele içeriden gelen sesleri duyduğumda o birkaçı için çok geç olduğunu açıkça fark etmiştim.  Ama aynı şey bizim için geçerli değildi. Bizim aklımız hala başımızdaydı. Kaçabilirdik… Kaçmalıydık!
Ardımıza bakmadan koştuk. Şans eseri yakalanmadık da.
İlk uçakla Türkiye’ye gelmiştik. Kardeşim ve annem Eskişehir’e gittiler hemen. Bense arkadaşımla İstanbul’da kaldım. Şu an ne olduğunu hatırlamadığım bir işimiz vardı orada…
Şöyle bir bakındığımızda buranın bize tanıdık geldiğini fark ettik. Eskişehir’e benzetiyorduk. Biraz yürüdüğümüzde arkadaşımın evinin olduğu çevreyi andıran bir yer bile görmüştük. Oraya ulaşmaya çalışırken bizle konuşan insanlara hiç pas vermedik. Daha az önce, tanımadığımız insanlara güvenemeyeceğimizi öğrenmiştik çünkü.
Bengisu’nun sinirleri artık iyice bozulmuştu. Macaristan macerasının üstüne yoldaki serseriler tuz biber ekmişti. Oradaki binanın içine girdiğimizde de onun sinirini tetikleyecek bir olay yaşandı.
Bina bir şirkete aitti. Ama biz tabelaya bakmadan girmiştik oraya. İçerideki insanlar her milletten gibi görünüyordu.

“Burası bir iş yeri sanırım.”dedi Bengisu.
“Evet, olabilir.”
“Baksana şu yaşlı çekik kadına, giyinişi falan tam iş kadını.”
Elbette o sırada yaşlı çekik ona böyle dendiğini duydu ve bir yaygara kopardı. Ben, özür dileyip, arkadaşımın biraz gergin olduğunu söylesem de dinlemiyordu. Sonunda bizi genel müdürün odasına götürmeye geldi adamlar. Kadın o kadar çok bağırıyordu ki… En üst kata çıkıp genel müdürün odasına girdiğimizde Bengisu hala soğuk kanlı şekilde kadının çığlıklarını dinlese de ben onun adına özür dileyip duruyordum. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki bana “Siz dışarıda bekleyin lütfen.” diyen adamın kim olduğuna dikkat edememiştim. Kapıyı kapatırken suratını gördüm.
 T.O.P değil miydi o? Genel müdür mü olmuştu?  Bu şirket ne şirketiydi ki böyle? Ben cam kapıdan onları izleyip ağızlarını okumaya çalışırken yanımda biri belirdi.


“Müdürü mü dikizliyorsun sen?”
“Hayır hayır, arkadaşım içeride ben de…”
Yok artık bu da GD! Oldu o zaman adkjsadsdjf…

Ama bu GD o GD değil sanki. Normal bir çalışan gibi giyinmemiş. Takım elbiseler yok üzerinde. Süslü sahne kıyafetleri de... Sokaktaki biri gibi aslında. İşe yeni mi almışlar bunu? Posta elemanı gibi duruyor daha çok.
O an bu değişmiş GD’ye kafa yoramayıp arkadaşıma bakmaya devam ettim.  Müdür T.O.P çok fena bağırıyordu birilerine. Acaba kadına mı yoksa Bengisu’ya mı?
Postacı GD yine konuşmaya başlamıştı. Başını biraz kaçımış olsam da sonunu çok iyi duymuştum. 
“… işte tam da bu yüzden genel müdür olabildi. Adam tam bir düzenbaz.”
“Ne? Başından beri saçma bir şeyler dönüyor zaten ortalıkta. Siz şarkıcısınız! Hani aynı grupta? Unuttun mu?”
“Hayır ben şarkı söyleyemem ki, o da öyle. Bu adam da benim gibi düşük seviyeli bir elemandı. Bir anda genel müdür oldu. Sana göstermemi ister misin?”

Bir an odaya baktım. Adamın bağırdığı kişi benim arkadaşımdı. Bunu kadının suratındaki sinsi gülümsemeden anlamıştım. O zaman neler döndüğünü araştırmamda sorun yoktu. Başımı sallayıp onayladım GD’yi. O önde ben arkada dolaşmaya koyulduk şirketin içinde. Öncelikle kayıt odasına gitmiştik. Oradaki tombul görevliye bir şeyler verdi ve adam odadan çıkıp gitti. Odada kameraların bağlı olduğu monitörler vardı. Duvarlarda bir çok ışıklı sayaç ve bilgisayarlar, onların altında da bir sürü ışıklı düğme göze çarpıyordu. GD, tombul adamın boşalttığı koltuğa geçti ve bilgisayarlarda bir şeyler aramaya başladı. Cebinden küçük bir flashbellek çıkarıp bilgisayardakileri kopyaladı.


“Bunlar onun son birkaç aydaki telefon konuşmaları. Şimdi gel.”  Odadan gizli gizli çıktık. Adam dışarıda bekliyordu. Biz yanından geçerken GD’ye selam verdi ve odasına yöneldi.
Seri adımlarla koridorun sonundaki bir odaya ulaştık. Cebindeki ince uçlu zımbırtılarla kapıyı hiç zorlanmadan açtı ve içeri girdi. Ben de girip kapıyı kapattığımda ışığı yaktı ve tamamen dolaplar ve kağıtlarla dolu bir odada olduğumuzu gördüm.
“Hmmm… Neredeydi onlar.”diyip bir şeyler araştırmaya koyuldu. Bense orada dikilmiş kah etrafa kah ona bakıyordum. Şarkıcı olmadığını söylemişti. Ben onun GD olduğundan emindim oysa ki. Bu sanki Supernatural’in bir bölümü gibiydi. Melekler bizi asıl yaşadığımız yaşamlardan alıp uyduruk bir şirket yaşamına fırlatmışlardı. Altından ne çıkacağını merak ediyordum. Bu arada GD olmayan GD de aradığını bulmuş beni yanına çağırmıştı. Köşedeki bilgisayarın başına geçmiştik. Elindeki dosyaları masaya koydu ve bana anlatmaya koyuldu.
...
“Ne yani? Babasına ihanet edip mi geçmiş bu şirketin başına?”
“Evet. Buradaki ismi görüyorsun değil mi? Onun babasının adı. Bizim şirketin rakibi. Belki de rakibiydi demeliyim. Çünkü birkaç ay önce şirket el değiştirdi. Artık bize ait. Bu herif de tam o sıralar bir terfi aldı. Zaten daha öncesinde de büyük başkan onu sürekli odasına çağırıyordu. Benim düşüncem ona bu teklifte bulunduğuydu. Ve birkaç gün önce bu telefon konuşmalarıyla da bunun doğru olduğunu anladım.”
“Niye kimseye söylemedin de bana anlatıyorsun?”
“Bilmem anlatacak kimseyi bulamamıştım, kimse ilgilenmiyordu.”
“İşsiz.”
“Postacıyım ben, işim var! Sen de kendi işine bak şimdi.”
“Tamam bu dosyaları, telefonuma yolla o halde.”
Birkaç dakika sonra işimiz bitmiş gizlice dışarı çıkmıştık bile. T.O.P’nin odasının olduğu kata çıktığımızda orada bir karmaşa olduğunu gördük. Sekreter, Bengisu’nun gittiğini söyledi. Genel müdür ise kendini tuvalete kilitlemişti. Herkes şaşkın ve kafası karışmış haldeydi. GD kilitli olan tuvalet kapısını açtı ve içeri girdim. O da arkamdaydı.  T.O.P kabinlerden birine girmişti. Acı çekiyor gibi kesik kesik nefes alma sesleri geliyordu.  GD ile bakıştık ama hiç tepki vermedi.

“Babanı dolandırdın demek?”dedim sonunda kabine doğru.
“Kim var orada?”
“Az önce bağırdığın kızın arkadaşıyım.”
“O… O da biliyordu. Nereden öğrendiniz bunları?”
Sesi iyice zayıflamıştı, köpek yavrusu gibi geliyordu.
“Telefonlarına dikkat etmelisin. O da biliyordu derken neyi kastettin?”
“Her şeyi. Her şeyi biliyordu. Bütün şirket öğrendi. Babamı… Ben…” sesi kısıldıkça kısılıyordu. GD’ye baktım, o da anlamlandıramamıştı.
“Iııı… Sen iyi misin?”
“Hey?”
Tekrar GD’ye baktım. Neyi kastettiğimi anlamış olmalıydı, hemen kapıya yöneldi. İnce uçlu zımbırtısıyla biraz uğraştıktan sonra hafif bir klik sesiyle kapı açıldı. Ben uzaktan ne olduğuna bakmaya çalışıyordum ancak GD’nin bedeni küçücük kabin kapısından içerinin görünmesine engel oluyordu.
GD dönüp bir şey diyemeden rüyadan çekildiğimi hissettim.

Benim fikrime göre T.O.P ya ağlamaktan ve üzüntüden bayılmıştı ya da –ki bence bu daha büyük bir olasılık- intihar etmişti. Artık kendini tuvalet kağıdıyla mı boğdu, yoksa mektup açacağıyla bileğini mi kesti bilemem. Yaptığı ihanetin acısına katlanamayıp kendini cezalandırmış olmalıydı, çünkü rüya hissiyatıma göre hiç güzel şeyler olmayacaktı ki uyanmıştım. Zaten rüya başından beri berbatlık vadisinde ilerliyordu.
Budapeşte’de büyük bir evmiş, GD imiş T.O.P imiş… Supernatural’i yaşamışım bildiğiniz. Sam ve Dean eksik kalmış bir tek. Bu çok kötü, çünkü en azından onlar olsaydı olayı çözerdik rahatlardık. 

Ne demek istediğimizi anlamışsınızdır :P

Yine de iyi idare etmişim diye düşünüyorum. En azından ölmedim. T.O.P’yi de tam olarak öldürmeden çıktım rüyadan iyi oldu. :D

Yazının başındaki uyarıma bir yenisini ekliyorum.

Uyumadan önce Supernatural izlemeyin!

PS: Rüyanın sonuna dair yorumlarınızı paylaşabilirsiniz. ^^ Teorilerimi söyledim ama ben de emin değilim. o.O

Sizce T.O.P’ye ne oldu? Yaşıyor mu hala? Bunları yapmasındaki neden neydi? Bengisu onun pisliklerini nereden biliyordu?  
*-*


Şimdi ben gideyim. Yeni yazılarda görüşmek üzere.

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)