Sayın okuyucu… Bu bir rüya uygulamasıdır. Geceleri üstünüzü
iyi örtüp uyuyun. Aksi takdirde doğacak saçma
rüyalar zincirinden müessesemiz sorumlu tutulamaz.
…Budapeşte Budapeşte…
“Macaristan mı? Gerçekten evi Macaristan’dan mı aldın yani?”diye
cırlıyordu işte kardeşim.
“Evet, bir anda oldu. Fiyatı da uygundu. Üstelik içinde at
koşturabilirsin. Tek bir odası bizim ev büyüklüğünde. Ayrıca üç katlı.”
“Hemen geliyorum.”
Onun kalbini çalmak kolaydı tabi, büyük evlere hiç dayanamaz
ki. :)
“Tamam.”dedim ben de.
Beş dakika sonra kardeşim, annem ve en yakın arkadaşım yeni
evimin kapısında belirmişti bile.
“Burayı bulmak hiç zor olmadı. O kadar büyük ki her yerden
görünüyor diyeceğim neredeyse.”dedi kardeşim.
“Tamam, hadi içeriyi gezelim. Ben de daha tam olarak
dolaşmadım. Dur, şu çalışanlardan birini bulayım da önce. Onlar dolaştırsın.”
Bir an sonra ev hepimizin “Omo!” “Voaaa!” “Oha!” “Hmmm!”
nidalarıya dolmuştu bile. Ev gerçekten kocamanlık vadisinin ötesinde olduğu
içindi bu tantana. Pencerelerden bakıldığında görünen tüm o yeşillik ve ağaç
kaplı alan bize aitti. İçerideki odalar hayal edebileceğimizin ötesinde
muazzamlıkta ve güzel döşenmişti, daha ne isterdik ki.
Sonra güzel bir odaya girdik ve “Burası benim odam olsun!”
diye atlama gereği duydum. Çünkü çok hoşuma gitmişti bu oda. Ama bize evi
gezdiren kahya “Sizin odanız üst katta.”dediğinde biraz duraklamam gerekti. Suratına
anlamsız bakışlar atıyor olmalıydım ki, “Ev sahibine ait oda en üst kattadır. Bunlar
misafirler için.”diye ekledi.
Sanki her gün misafir çağıracaktım.
En üst kata çıkmadan önce ikinci katı da gezecektik. Bu amaçla
yukarı çıkmıştık ki, alt kattakinden çok daha farklı bir manzarayla
karşılaştım. Burası karanlıktı. Pisti. Odalar ise… Hayır onlar oda değildi ki.
“Hücre mi bu şeyler?”
“Evet efendim, lütfen hepiniz bu önlükleri giyin.”diyip
ellerimize beyaz iş gömlekleri ve gözlükler tutuşturdu kahya.
Bunları giyip
gözlükleri taktığımızda ortalık biraz daha netleşmişti. O kadar netti ki az
önce orada olmadığından emin olduğum insanları görmeye başlamıştım. Bizim gibi
gömlekler giymiş onlarca insan vardı
orada. Kahya bizi itekleyip onların arasına karışmamızı sağladı. Kendisi de
üzerine bir şeyler geçirip bize oraları tanıtmaya başladı. Hücrelerin içinde
garip yaratıklar vardı. Hayır onlar insandı. Ölmüş insanlar. Ölmek üzere olanlar,
bir de öldürenler… Aksi gibi ailemi ve arkadaşımı da kaybetmiştim o
kalabalıkta. Ben onlara bakınırken kahya durmuştu. Bir yandan tanıdık birkaç
yüz ararken aklımdan geçen tek şey “Paramızla rezil oluyoruz!” idi. Birkaç taramadan
sonra sonunda onları bulup yanlarına ulaştım. O sırada kahya gerizekalısı da
anlatacaklarını bitirmiş oradaki kapılardan birini açmıştı. Öndeki birkaç
kişiyi içerideki ne idüğü belirsiz şeyin yanına itip kapıyı arkadan kapatınca
korkumun tavan yaptığını anladım ve bizimkileri çekiştirmeye başladım. Hele içeriden
gelen sesleri duyduğumda o birkaçı için çok geç olduğunu açıkça fark etmiştim. Ama aynı şey bizim için geçerli değildi. Bizim
aklımız hala başımızdaydı. Kaçabilirdik… Kaçmalıydık!
Ardımıza bakmadan koştuk. Şans eseri yakalanmadık da.
İlk uçakla Türkiye’ye gelmiştik. Kardeşim ve annem Eskişehir’e
gittiler hemen. Bense arkadaşımla İstanbul’da kaldım. Şu an ne olduğunu
hatırlamadığım bir işimiz vardı orada…
Şöyle bir bakındığımızda buranın bize tanıdık geldiğini fark
ettik. Eskişehir’e benzetiyorduk. Biraz yürüdüğümüzde arkadaşımın evinin olduğu
çevreyi andıran bir yer bile görmüştük. Oraya ulaşmaya çalışırken bizle konuşan
insanlara hiç pas vermedik. Daha az önce, tanımadığımız insanlara güvenemeyeceğimizi
öğrenmiştik çünkü.
Bengisu’nun sinirleri artık iyice bozulmuştu. Macaristan macerasının
üstüne yoldaki serseriler tuz biber ekmişti. Oradaki binanın içine girdiğimizde
de onun sinirini tetikleyecek bir olay yaşandı.
Bina bir şirkete aitti. Ama biz tabelaya bakmadan girmiştik
oraya. İçerideki insanlar her milletten gibi görünüyordu.
“Burası bir iş yeri sanırım.”dedi Bengisu.
“Evet, olabilir.”
“Baksana şu yaşlı çekik kadına, giyinişi falan tam iş
kadını.”
Elbette o sırada yaşlı çekik ona böyle dendiğini duydu ve
bir yaygara kopardı. Ben, özür dileyip, arkadaşımın biraz gergin olduğunu
söylesem de dinlemiyordu. Sonunda bizi genel müdürün odasına götürmeye geldi
adamlar. Kadın o kadar çok bağırıyordu ki… En üst kata çıkıp genel müdürün
odasına girdiğimizde Bengisu hala soğuk kanlı şekilde kadının çığlıklarını
dinlese de ben onun adına özür dileyip duruyordum. Kendimi o kadar kaptırmıştım
ki bana “Siz dışarıda bekleyin lütfen.” diyen adamın kim olduğuna dikkat
edememiştim. Kapıyı kapatırken suratını gördüm.
T.O.P değil miydi o? Genel
müdür mü olmuştu? Bu şirket ne
şirketiydi ki böyle? Ben cam kapıdan onları izleyip ağızlarını okumaya
çalışırken yanımda biri belirdi.
“Hayır hayır, arkadaşım içeride ben de…”
Yok artık bu da GD! Oldu o zaman adkjsadsdjf…
Ama bu GD o GD değil sanki. Normal bir çalışan gibi giyinmemiş.
Takım elbiseler yok üzerinde. Süslü sahne kıyafetleri de... Sokaktaki biri gibi aslında. İşe yeni mi almışlar
bunu? Posta elemanı gibi duruyor daha çok.
O an bu değişmiş GD’ye kafa yoramayıp arkadaşıma bakmaya
devam ettim. Müdür T.O.P çok fena
bağırıyordu birilerine. Acaba kadına mı yoksa Bengisu’ya mı?
Postacı GD yine konuşmaya başlamıştı. Başını biraz kaçımış olsam da sonunu çok iyi duymuştum.
“… işte tam da bu yüzden genel müdür olabildi. Adam tam bir
düzenbaz.”
“Ne? Başından beri saçma bir şeyler dönüyor zaten ortalıkta.
Siz şarkıcısınız! Hani aynı grupta? Unuttun mu?”
“Hayır ben şarkı söyleyemem ki, o da öyle. Bu adam da benim
gibi düşük seviyeli bir elemandı. Bir anda genel müdür oldu. Sana göstermemi
ister misin?”
Bir an odaya baktım. Adamın bağırdığı kişi benim
arkadaşımdı. Bunu kadının suratındaki sinsi gülümsemeden anlamıştım. O zaman neler döndüğünü
araştırmamda sorun yoktu. Başımı sallayıp onayladım GD’yi. O önde ben arkada
dolaşmaya koyulduk şirketin içinde. Öncelikle kayıt odasına gitmiştik. Oradaki tombul
görevliye bir şeyler verdi ve adam odadan çıkıp gitti. Odada kameraların bağlı
olduğu monitörler vardı. Duvarlarda bir çok ışıklı sayaç ve bilgisayarlar,
onların altında da bir sürü ışıklı düğme göze çarpıyordu. GD, tombul adamın
boşalttığı koltuğa geçti ve bilgisayarlarda bir şeyler aramaya başladı. Cebinden
küçük bir flashbellek çıkarıp bilgisayardakileri kopyaladı.
“Bunlar onun son birkaç aydaki telefon konuşmaları. Şimdi gel.”
Odadan gizli gizli çıktık. Adam dışarıda
bekliyordu. Biz yanından geçerken GD’ye selam verdi ve odasına yöneldi.
Seri adımlarla koridorun sonundaki bir odaya ulaştık. Cebindeki
ince uçlu zımbırtılarla kapıyı hiç zorlanmadan açtı ve içeri girdi. Ben de
girip kapıyı kapattığımda ışığı yaktı ve tamamen dolaplar ve kağıtlarla dolu
bir odada olduğumuzu gördüm.
“Hmmm… Neredeydi onlar.”diyip bir şeyler araştırmaya
koyuldu. Bense orada dikilmiş kah etrafa kah ona bakıyordum. Şarkıcı olmadığını
söylemişti. Ben onun GD olduğundan emindim oysa ki. Bu sanki Supernatural’in
bir bölümü gibiydi. Melekler bizi asıl yaşadığımız yaşamlardan alıp uyduruk bir
şirket yaşamına fırlatmışlardı. Altından ne çıkacağını merak ediyordum. Bu arada
GD olmayan GD de aradığını bulmuş beni yanına çağırmıştı. Köşedeki bilgisayarın
başına geçmiştik. Elindeki dosyaları masaya koydu ve bana anlatmaya koyuldu.
...
...
“Ne yani? Babasına ihanet edip mi geçmiş bu şirketin başına?”
“Evet. Buradaki ismi görüyorsun değil mi? Onun babasının
adı. Bizim şirketin rakibi. Belki de rakibiydi demeliyim. Çünkü birkaç ay önce
şirket el değiştirdi. Artık bize ait. Bu herif de tam o sıralar bir terfi aldı.
Zaten daha öncesinde de büyük başkan onu sürekli odasına çağırıyordu. Benim düşüncem
ona bu teklifte bulunduğuydu. Ve birkaç gün önce bu telefon konuşmalarıyla da
bunun doğru olduğunu anladım.”
“Niye kimseye söylemedin de bana anlatıyorsun?”
“Bilmem anlatacak kimseyi bulamamıştım, kimse
ilgilenmiyordu.”
“İşsiz.”
“Postacıyım ben, işim var! Sen de kendi işine bak şimdi.”
“Tamam bu dosyaları, telefonuma yolla o halde.”
Birkaç dakika sonra işimiz bitmiş gizlice dışarı çıkmıştık
bile. T.O.P’nin odasının olduğu kata çıktığımızda orada bir karmaşa olduğunu
gördük. Sekreter, Bengisu’nun gittiğini söyledi. Genel müdür ise kendini
tuvalete kilitlemişti. Herkes şaşkın ve kafası karışmış haldeydi. GD kilitli
olan tuvalet kapısını açtı ve içeri girdim. O da arkamdaydı. T.O.P kabinlerden birine girmişti. Acı çekiyor gibi kesik kesik nefes alma sesleri geliyordu. GD ile bakıştık ama hiç tepki vermedi.
“Babanı dolandırdın demek?”dedim sonunda kabine doğru.
“Kim var orada?”
“Az önce bağırdığın kızın arkadaşıyım.”
“O… O da biliyordu. Nereden öğrendiniz bunları?”
Sesi iyice zayıflamıştı, köpek yavrusu gibi geliyordu.
“Telefonlarına dikkat etmelisin. O da biliyordu derken neyi
kastettin?”
“Her şeyi. Her şeyi biliyordu. Bütün şirket öğrendi. Babamı…
Ben…” sesi kısıldıkça kısılıyordu. GD’ye baktım, o da anlamlandıramamıştı.
“Iııı… Sen iyi misin?”
…
“Hey?”
…
Tekrar GD’ye baktım. Neyi kastettiğimi anlamış olmalıydı, hemen
kapıya yöneldi. İnce uçlu zımbırtısıyla biraz uğraştıktan sonra hafif bir klik
sesiyle kapı açıldı. Ben uzaktan ne olduğuna bakmaya çalışıyordum ancak GD’nin bedeni
küçücük kabin kapısından içerinin görünmesine engel oluyordu.
GD dönüp bir şey diyemeden rüyadan çekildiğimi hissettim.
Benim fikrime göre T.O.P ya ağlamaktan ve üzüntüden
bayılmıştı ya da –ki bence bu daha büyük bir olasılık- intihar etmişti. Artık kendini
tuvalet kağıdıyla mı boğdu, yoksa mektup açacağıyla bileğini mi kesti bilemem. Yaptığı
ihanetin acısına katlanamayıp kendini cezalandırmış olmalıydı, çünkü rüya hissiyatıma
göre hiç güzel şeyler olmayacaktı ki uyanmıştım. Zaten rüya başından beri
berbatlık vadisinde ilerliyordu.
Budapeşte’de büyük bir evmiş, GD imiş T.O.P imiş…
Supernatural’i yaşamışım bildiğiniz. Sam ve Dean eksik kalmış bir tek. Bu çok
kötü, çünkü en azından onlar olsaydı olayı çözerdik rahatlardık.
Ne demek istediğimizi anlamışsınızdır :P |
Yine de iyi
idare etmişim diye düşünüyorum. En azından ölmedim. T.O.P’yi de tam olarak
öldürmeden çıktım rüyadan iyi oldu. :D
Yazının başındaki uyarıma bir yenisini ekliyorum.
Uyumadan önce Supernatural izlemeyin!
PS: Rüyanın sonuna dair yorumlarınızı paylaşabilirsiniz. ^^ Teorilerimi söyledim ama ben de emin değilim. o.O
Sizce T.O.P’ye ne oldu? Yaşıyor mu hala? Bunları yapmasındaki neden neydi? Bengisu
onun pisliklerini nereden biliyordu?
*-*
*-*
Şimdi ben gideyim. Yeni yazılarda görüşmek üzere.
Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)