Dırım dım ! Fırat mod bebeyimler !
Başlangıca aldırmayın. Dramatik yazacağım bu sefer, çünkü bu
“ev hissi” dramın gözünü çıkardı.
Neresi benim evim biliyor musunuz? Korecanların, özellikle
VIP’lerin olduğu yer benim evim.
Koyu bir Linkin Park hayranıydım önceden. (Şimdi de dinlerim
ama koyu değilim, açığım. Açık açık söylüyorum -,-) Linkin Park
forumlarında sıkı bir takipçiydim de
aynı zamanda. Yine de aktif olmazdım. Bir sürü etkinlik yapılırdı ama hiçbirine
katılacak cesareti bulamazdım kendimde. Bilirsiniz “Aman kızım…”lar dönemiydi. Tam
ergenlik dönemim işte. En fazla on yediyimdir. Annem sıkı Teoman hayranıdır. “Daha
on yedi…” diye bir şarkı söz konusuyken Cinderella nasıl katılsın etkinliğe?
Resim yapabiliyordum. Yaratıcıydım. Kimse buna karşı
çıkamazdı. Harika olduğum bir özelliğimi bulmuştum. En büyük eserim olduğunu
düşündüğüm bu dosya işte bu özelliğimin bir kanıtı olacaktı. Böylelikle içini
çizimlerimle doldurmaya başladım. Kimisi
portre olurdu, kimisi öylesine karalamalar… ders aralarında isimler karalardım.
Sıra arkadaşımın, önümdekinin arkamdakinin isimleri… Ama o da neydi? Ben çizdikçe insanlar görüp istiyordu. Graffitilere
başladım işte bu şekilde. Yaptığım her şeyin fotokopisini çektirip orijinalleri
veriyordum. Böylece bir kopya da bende kalıyordu. Dosyama koymak için. Böylece birikti
ve birikti.
Linkin park hayranlığım köreldi ve Se7en’ın takım yükselişe
geçti. Korecanlaştım korecanlaştım… Ama ben gizli korecandım. Kimse bir şey
bilmezdi. Kendimce takılırdım öyle. Resmi de bıraktım bir güzel. Artık hiç
yaratıcı bir şey yapmıyordum.
Böyle devam ederken üniversiteye başladım. Ruhsuzdum açıkçası.
Doğru düzgün arkadaş edinmemiştim. Oda arkadaşımla didişip dururdum. Eski arkadaşlarıma
bile sinir olmaya başlamıştım. Korecanlığım da sönüyordu yavaş yavaş. Bir yılı
böyle bitirdim. O yıldaki tek güzel şey olarak İngilizce derslerini
hatırlıyorum. Dile ve seslendirme sanatçılığına yatkınlığım olduğunu anlamıştım
bu öğretmen sayesinde. Onca yıldır fark
etmediğim bir şeyi göstermişti o kadın. O yaz evi bırakıp da oraya gitmek
kolumu bacağımı sökmeye çalışmak kadar zordu. Sevmiyordum ki orayı. Sevmek? Nefret
ediyordum demek daha doğru olurdu aslında. İkinci yıl başlamıştı.
Kabus yılı. Stephen King bunu yazmalı, Spielberg de
çekmeliydi.
İngilizce öğretmenime mesaj attım. Yine onun sınıfında olmak
istediğimi belirttim. Bana cevap dahi vermedi. Tek çekilebilir ders onunkiyken
neden böyle yapıyordu şimdi bu kadın? Onunla da inatlaştım ve İngilizce dersi
almadım.
Kendimi adayabileceğim tek şey de gidince boşlukta
sallanmaktansa Korecanlığıma geri döndüm. Ama hafif bir başlangıç yapmıştım. Alıştıra
alıştıra gitmeliydim yoksa çarpacaktı. Sonra çok garip bir şey fark ettim. Önceki
yıldan beri sınıf arkadaşım olan Cemre de benim gibi korecandı. Senenin başında
yapılan Kore Kültür Merkezi etkinliğiyle başladı böylece arkadaşlığımız. Birlikte
gittik, güzel bir konser dinledik. Sonra hemen iyi arkadaş olduk, artık
ayrılmıyoruz, daha iyi oldum falan demeyeceğim. Her şey kötüye gitti. Hoşlandığım
çocuktan sıkı bir kazık yedim. Bu, önceki sene İngilizce derslerine giren
kadının hayatını kaybetmiş olduğu gerçeğinin üzerine harika bir etki yarattı. Haftalarca
ağladım sanırım… Ağlamaktan nefret ederdim halbuki. Dersler ise ikinci yıl epey
zorlaşmıştı. Artık “Tanrı Şirinler Köyü’nü korusun!”u bırakıp “Beni
korusun,beni!”lere geçmiştim. Cemre o sıralar, muhtemelen bilmeyerek, harika
bir şey yaptı. Beni Big Bang’le tanıştırdı. Yani tam anlamıyla tanıştırdı. Hatta
o gün bile V.I.P olmuş olabilirim.
Sonraki haftalar her şey Big Bang ile ilgili olmuştu. Oda arkadaşımla
daha iyiydik ve ona Big Bang anlatıp duruyordum. Ara sıra onu “Boom Sha Ka La
Ka” derken bile yakalardım. Dizilere geri dönüş yaptım. Ama tuhaf şekilde daha
da sosyaldim. O çocuğu unuttum. Öğretmenimi ise tabi ki unutmadım. Ancak bana
kattıklarına şükran borçluydum. Ama resme yeniden başlamadım. İki yıldır hiçbir
şey yapmıyordum resmen. Elime renkli bir kalem bile almamıştım. Ve eksikliğini
de hissetmiyordum. Yeniden buna başlamam ojelerle oldu. Tırnaklarıma resimler
çizmeye başladım. Bayaa bir tuttu bu okulda. Yolda, markette, Burger King’de
insanlar gelip gelip tırnaklarıma bakar olmuştu. Yeniden, resme yeteneğim var,
diye düşünmeye başladım. Ama yine bir şey çizmedim. Tatile girdik. Ojelerimle takılmaya
devam ettim. Big Bang ve Kore içinse aktifliğimden bir şey kaybetmedim. Sadece
Seyreltilmiş Korecan olup daha az hayal kurdum. Bu işe yarayıp normale
döndüğümde Twitter etkinlikleri başladı.
Big Bang ile ilgili bir etkinliğe katıldığımda insanların
yazdıklarını okudum. O an bir şeyler değişmeye başlamıştı. Benim gibi düşünen
pek çok insan vardı. ben de onlar gibi düşünüyordum. Hepimiz aynı şeyi
istiyorduk işte. O beş adamı sahnede izlemeyi!
O güzel şarkılarını bize bakarak söylemelerini… Linkin Park için de yapılsa bu etkinlik, gene
aynı şekilde pek çok insanla aynı düşünür olurdum o zamanlar. Ama dedim ya
orası değildi evim. Burasıymış meğer benim evim.
Başka etkinlikler oldu. Benim gibi düşünen daha fazla kişiyi
tanıdım. Daha fazlasını tanıdıkça daha mutlu oldum.
Şimdi sonuncusu ile bambaşka bir şey yaşadım. Big Bang’in
altıncı yılı ve Liderimiz GD’nin yaş günü sebebiyle düzenlenen bir etkinlik bu.
Big Bang’e 6 yazılı kağıtlarla biz V.I.P’leri hediye ediyoruz. GD’ye ise kaykay
sevdasına gönderme olarak boyayıp süslediğimiz bir kaykayı veriyoruz. Neden bu
kadar heyecanlıyım tahmin edersiniz? Çünkü uzun zamandır ilk kez resim yapmayı
yeniden istiyorum.
Evvet, kaykayı boyamak istiyorum! kafamda bir karikatür
oluştu bile.
Pembiş saçlarıyla liderimizi bir kağıda resmettim.
Elbette tasarımın
tamamını buraya koymayacağım. Eğer o kaykayı ben yaparsam bu tamamen sürpriz olmalı lidere. Çizimi yapacak kişi
kesinleşene kadar birkaç tasarımım daha olacak. Onları koyar mıyım buraya
bilmiyorum. Ancak bildğim bir şey var ki o da çok heyecanlı olduğum.
Bu arada unutmadan
eklemeliyim.
Bu aralar Metropol Günlüğü'ndeyim.
Bu bloğu bildiğinizi biliyorum ^.^
Editör, Uzakdoğu aşığı, anime manyağı, Kore fatihi, yarı geek,
bloggerımız Lee, kendini böyle tanıtır. Ben çok da tanımıyorum aslında
kendisini. Bloğu oyun alanım gibi. Geziniyorum. Okuyorum.
Ankete katılıyorum. Takılıyorum. ((:
İçimi dökesim geldi bu sefer. Asosyal ve pabuçsuz bu prensesin birkaç şeyini öğrendiniz. Onları benim için saklayın ve kendinize iyi bakın sayın okuyucu! ^.^
Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)
Yazı süper olmuş. Sabah sabah okurken oldukça eğlendim :)
YanıtlaSilDün Twitter'da da demiştim, bu çizim aşırı sevimli ve güzel. Bir şeyler çizebilen insanlara hep özenmişimdir. Ben bu konuda odun gibiyim de aha :)
Blogumu sevmene çok sevindim, hatta evin gibi hissetmene bayıldım. Bu sıcaklığı sağlayabildiğimi bilmek beni çok mutlu ediyor :)
Ben de şimdi burada büyük bir gezintiye çıkacağım :)
Teşekkürler bu güzel yazı için^^
Gece gece yazarken ben de çok değişik şeyler hissettim :)) Aslında bir şeyler çizebilen insanlara ben de özenmiyor değilim. Örneğin kardeşim bu konuda benden daha iyidir. Metropol Günlüğü cidden dolu dolu bir blog. Orada ister istemez insan iyi hissediyor. Yani ben teşekkür ederim asıl o blogu yazdığın için :)
Sil