Pages

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Burası benim evimmiş meğersem.



Dırım dım ! Fırat mod bebeyimler !

Başlangıca aldırmayın. Dramatik yazacağım bu sefer, çünkü bu “ev hissi” dramın gözünü çıkardı.

Neresi benim evim biliyor musunuz? Korecanların, özellikle VIP’lerin olduğu yer benim evim.
Koyu bir Linkin Park hayranıydım önceden. (Şimdi de dinlerim ama koyu değilim, açığım. Açık açık söylüyorum -,-) Linkin Park forumlarında  sıkı bir takipçiydim de aynı zamanda. Yine de aktif olmazdım. Bir sürü etkinlik yapılırdı ama hiçbirine katılacak cesareti bulamazdım kendimde. Bilirsiniz “Aman kızım…”lar dönemiydi. Tam ergenlik dönemim işte. En fazla on yediyimdir. Annem sıkı Teoman hayranıdır. “Daha on yedi…” diye bir şarkı söz konusuyken Cinderella nasıl katılsın etkinliğe?


Bari dedim Mike’ı örnek alayım. Bu adam güzel çizerdi. Kaykaylar boyardı, kaykay ayakkabıları tasarlardı. Demek ki kaykay yapıyordu. Bunları alamazdım ama yaşadığım yerde bunlar satılıyordu ne de olsa. Hemen bir yerlerden buldum ve kaykaya başladım. Gitarını boyuyordu şimdi de. Cidden çizmek konusunda iyiydi. Ben de annemde ve babamda-ikisinde birden- yetenek olduğuna göre bana da geçmiştir diyerek başladım çizmeye. Mike gitarını boyadı, ben gitara kıyamayıp dümdüz sıradan bir dosyanın üzerini aynı şekilde boyadım.  Tabi bir de Se7en logosu ekledim, onu da severdim çünkü. Şaşırtıcı derecede güzel olmuştu. Sonra o dosyayı ayrı bir dünyaya dönüştürdüm. Öncelikle kapağın içine harika bir çizelge hazırladım. Her şeyim, tüm programım buradaydı. Sıkıcı işler bile eğlenceli görünüyordu. Yapıştırmalar, not kağıtları, renkli kalemler, parlak bir sürü ıvır zıvır… Bir genç kızın ilgisini çekebilecek her şey... Bir de Harry Potter hayranlığımı belirtecek bir şey yapmalıydım. Altın rengi bir tüy kalem, ne kadar da harika dururdu dosyanın kapağında. Yoldan bulduğum kuş tüylerinden güzel bir tane seçip altına boyadıktan sonra işte hazırdı.

Resim yapabiliyordum. Yaratıcıydım. Kimse buna karşı çıkamazdı. Harika olduğum bir özelliğimi bulmuştum. En büyük eserim olduğunu düşündüğüm bu dosya işte bu özelliğimin bir kanıtı olacaktı. Böylelikle içini çizimlerimle doldurmaya başladım.  Kimisi portre olurdu, kimisi öylesine karalamalar… ders aralarında isimler karalardım. Sıra arkadaşımın, önümdekinin arkamdakinin isimleri… Ama o da neydi?  Ben çizdikçe insanlar görüp istiyordu. Graffitilere başladım işte bu şekilde. Yaptığım her şeyin fotokopisini çektirip orijinalleri veriyordum. Böylece bir kopya da bende kalıyordu. Dosyama koymak için. Böylece birikti ve birikti.


Linkin park hayranlığım köreldi ve Se7en’ın takım yükselişe geçti. Korecanlaştım korecanlaştım… Ama ben gizli korecandım. Kimse bir şey bilmezdi. Kendimce takılırdım öyle. Resmi de bıraktım bir güzel. Artık hiç yaratıcı bir şey yapmıyordum.  
Böyle devam ederken üniversiteye başladım. Ruhsuzdum açıkçası. Doğru düzgün arkadaş edinmemiştim. Oda arkadaşımla didişip dururdum. Eski arkadaşlarıma bile sinir olmaya başlamıştım. Korecanlığım da sönüyordu yavaş yavaş. Bir yılı böyle bitirdim. O yıldaki tek güzel şey olarak İngilizce derslerini hatırlıyorum. Dile ve seslendirme sanatçılığına yatkınlığım olduğunu anlamıştım bu öğretmen sayesinde.  Onca yıldır fark etmediğim bir şeyi göstermişti o kadın. O yaz evi bırakıp da oraya gitmek kolumu bacağımı sökmeye çalışmak kadar zordu. Sevmiyordum ki orayı. Sevmek? Nefret ediyordum demek daha doğru olurdu aslında. İkinci yıl başlamıştı.
Kabus yılı. Stephen King bunu yazmalı, Spielberg de çekmeliydi.
İngilizce öğretmenime mesaj attım. Yine onun sınıfında olmak istediğimi belirttim. Bana cevap dahi vermedi. Tek çekilebilir ders onunkiyken neden böyle yapıyordu şimdi bu kadın? Onunla da inatlaştım ve İngilizce dersi almadım.
Kendimi adayabileceğim tek şey de gidince boşlukta sallanmaktansa Korecanlığıma geri döndüm. Ama hafif bir başlangıç yapmıştım. Alıştıra alıştıra gitmeliydim yoksa çarpacaktı. Sonra çok garip bir şey fark ettim. Önceki yıldan beri sınıf arkadaşım olan Cemre de benim gibi korecandı. Senenin başında yapılan Kore Kültür Merkezi etkinliğiyle başladı böylece arkadaşlığımız. Birlikte gittik, güzel bir konser dinledik. Sonra hemen iyi arkadaş olduk, artık ayrılmıyoruz, daha iyi oldum falan demeyeceğim. Her şey kötüye gitti. Hoşlandığım çocuktan sıkı bir kazık yedim. Bu, önceki sene İngilizce derslerine giren kadının hayatını kaybetmiş olduğu gerçeğinin üzerine harika bir etki yarattı. Haftalarca ağladım sanırım… Ağlamaktan nefret ederdim halbuki. Dersler ise ikinci yıl epey zorlaşmıştı. Artık “Tanrı Şirinler Köyü’nü korusun!”u bırakıp “Beni korusun,beni!”lere geçmiştim. Cemre o sıralar, muhtemelen bilmeyerek, harika bir şey yaptı. Beni Big Bang’le tanıştırdı. Yani tam anlamıyla tanıştırdı. Hatta o gün bile V.I.P olmuş olabilirim.
Sonraki haftalar her şey Big Bang ile ilgili olmuştu. Oda arkadaşımla daha iyiydik ve ona Big Bang anlatıp duruyordum. Ara sıra onu “Boom Sha Ka La Ka” derken bile yakalardım. Dizilere geri dönüş yaptım. Ama tuhaf şekilde daha da sosyaldim. O çocuğu unuttum. Öğretmenimi ise tabi ki unutmadım. Ancak bana kattıklarına şükran borçluydum. Ama resme yeniden başlamadım. İki yıldır hiçbir şey yapmıyordum resmen. Elime renkli bir kalem bile almamıştım. Ve eksikliğini de hissetmiyordum. Yeniden buna başlamam ojelerle oldu. Tırnaklarıma resimler çizmeye başladım. Bayaa bir tuttu bu okulda. Yolda, markette, Burger King’de insanlar gelip gelip tırnaklarıma bakar olmuştu. Yeniden, resme yeteneğim var, diye düşünmeye başladım. Ama yine bir şey çizmedim. Tatile girdik. Ojelerimle takılmaya devam ettim. Big Bang ve Kore içinse aktifliğimden bir şey kaybetmedim. Sadece Seyreltilmiş Korecan olup daha az hayal kurdum. Bu işe yarayıp normale döndüğümde Twitter etkinlikleri başladı.
Big Bang ile ilgili bir etkinliğe katıldığımda insanların yazdıklarını okudum. O an bir şeyler değişmeye başlamıştı. Benim gibi düşünen pek çok insan vardı. ben de onlar gibi düşünüyordum. Hepimiz aynı şeyi istiyorduk işte. O beş adamı sahnede izlemeyi!  O güzel şarkılarını bize bakarak söylemelerini…  Linkin Park için de yapılsa bu etkinlik, gene aynı şekilde pek çok insanla aynı düşünür olurdum o zamanlar. Ama dedim ya orası değildi evim. Burasıymış meğer benim evim.


Başka etkinlikler oldu. Benim gibi düşünen daha fazla kişiyi tanıdım. Daha fazlasını tanıdıkça daha mutlu oldum.
Şimdi sonuncusu ile bambaşka bir şey yaşadım. Big Bang’in altıncı yılı ve Liderimiz GD’nin yaş günü sebebiyle düzenlenen bir etkinlik bu. Big Bang’e 6 yazılı kağıtlarla biz V.I.P’leri hediye ediyoruz. GD’ye ise kaykay sevdasına gönderme olarak boyayıp süslediğimiz bir kaykayı veriyoruz. Neden bu kadar heyecanlıyım tahmin edersiniz? Çünkü uzun zamandır ilk kez resim yapmayı yeniden istiyorum.
Evvet, kaykayı boyamak istiyorum! kafamda bir karikatür oluştu bile. 
Pembiş saçlarıyla liderimizi bir kağıda resmettim. 


Elbette tasarımın tamamını buraya koymayacağım. Eğer o kaykayı ben yaparsam bu tamamen sürpriz olmalı lidere. Çizimi yapacak kişi kesinleşene kadar birkaç tasarımım daha olacak. Onları koyar mıyım buraya bilmiyorum. Ancak bildğim bir şey var ki o da çok heyecanlı olduğum.
 Bu arada unutmadan eklemeliyim.
Bu aralar Metropol Günlüğü'ndeyim.



Bu bloğu bildiğinizi biliyorum ^.^
Editör, Uzakdoğu aşığı, anime manyağı, Kore fatihi, yarı geek, bloggerımız Lee, kendini böyle tanıtır. Ben çok da tanımıyorum aslında kendisini. Bloğu oyun alanım gibi. Geziniyorum. Okuyorum. Ankete katılıyorum. Takılıyorum. ((:

İçimi dökesim geldi bu sefer. Asosyal ve pabuçsuz bu prensesin birkaç şeyini öğrendiniz. Onları benim için saklayın ve kendinize iyi bakın sayın okuyucu! ^.^

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)



2 yorum:

  1. Yazı süper olmuş. Sabah sabah okurken oldukça eğlendim :)

    Dün Twitter'da da demiştim, bu çizim aşırı sevimli ve güzel. Bir şeyler çizebilen insanlara hep özenmişimdir. Ben bu konuda odun gibiyim de aha :)

    Blogumu sevmene çok sevindim, hatta evin gibi hissetmene bayıldım. Bu sıcaklığı sağlayabildiğimi bilmek beni çok mutlu ediyor :)

    Ben de şimdi burada büyük bir gezintiye çıkacağım :)

    Teşekkürler bu güzel yazı için^^

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gece gece yazarken ben de çok değişik şeyler hissettim :)) Aslında bir şeyler çizebilen insanlara ben de özenmiyor değilim. Örneğin kardeşim bu konuda benden daha iyidir. Metropol Günlüğü cidden dolu dolu bir blog. Orada ister istemez insan iyi hissediyor. Yani ben teşekkür ederim asıl o blogu yazdığın için :)

      Sil