Az önce mutfağıma çekilmiş bulaşıklarımı yıkarken aklıma bir
şey takıldı. Müthiş bir itiraf isteği oluştu içimde. Aman aman anlatılmaz
yaşanır. İtiraf etmezsem çatlayacağım!
Ben çok kötü bir şey yaptım sanırım.
Sene 1912 Titanic daha batmamış… Dur bu önceki hayatımda
yaptığım bi pislikti. Şimdikine dönecek olursak…
Platonik aşkıma yaptığım bir kötülük bu.
Lisedeydim bebeyimler. Çok geçmemiş üzerinden. Yani tam
olarak kaçıncı sınıftaydım hatırlamıyorum ama muhtemelen, birinci ya da ikinci
sınıfta değildim. Üç veya dört gibi bir şeydi.
Ben o zamanlar çok tuhaf bir öğrenci olduğumu düşünüyorum
açıkçası. Sınıfta doğru düzgün sesim çıkmazdı. Üç tane adam akıllı arkadaşım
vardı. (En çok sevgiyle hatırladığım, her halimi çeken sıra arkadaşım. :)) Yine
de sevilmeyen biri değildim sanırım. Yani herkes bana gülerdi en azından.
Azıcık depresiftim aslında. Bildiğiniz ergen işte. İçimdeki potansiyel
Pollyanna henüz uyuyordu o sıralar. En ufak şeyi sorun yapardım. Herkesin hareketi
de batardı. Kimseyi beğenmezdim. Kendimi de hiç beğenmezdim. Farkındaydım da
yani tavrımın.
Tuhaf giyinirdim. Okul formam rozet doluydu. Öğretmenler sinirlenirdi.
Ayakkabılarım fazla renkliydi. Öğretmenler yine sinirlenirdi. Saçımı kağıt
tutacaklarıyla doldururdum. Öğretmenler sinirlenirdi. Ama yine de kravatı
sonuna kadar çekip, ceketimle örnek bir şekilde dolanırdım. Tüm bu kuralsızlığa
karşı bir tezatlık yapmış ve bunu eğlenceli bulmuştum. Kendi kendime
eğleniyordum. Bu şekilde olmam öğretmenlerin de hoşuna gidiyordu.
Heh işte bu görünüşü aklınızda tutun. Birazdan yine söz
konusu olacak.
Her şeyi yavaş çekimde hatırlıyorum. *-*
Sınıfın olduğu kata çıkmak için merdivenleri kullanıyordum. Nöbetçi
öğretmen merdivenlerin başında dikiliyordu. Kafa dengi bir kadındı bu öğretmen.
“Ayakkabıların ne kadar değişik kız.” demişti. Gülüp teşekkür
ettim ve çıkmaya devam ettim. Hocamın yanından geçtim. Birkaç adım attım. Veee…
Tam önümden geçip sınıfına yollanırken onu gördüm. Arkasına dönüp arkadaşına
komik bir espri yaptı. Filmlerdeki gibi dönerken kravatı uçuştu saçları
havalandı hatta. Hemen sınıfa koşup “Gizem galiba aşık oldum!” diye bağırdığımı
hatırlıyorum. Hatta bağırmamıştım. Adeta haykırmış ve bayılmanın eşiğine
gelmiştim. Sonrası film şeridi gibi. Arka fonda Minnie Riperton-Lovin' You
çalıyor.
Bir bakmışım her gün kapıdayım, çocuğu izliyorum. Görünen kadarıyla
çok eğlenceli bir tip. Etrafındaki insanlar hep söylediklerine gülüyor gibi. Popüler
bir çocuk sanırım. Amanın benim gibi giyiniyor bu ya. Tam bir serseri edasında
dolaşsa da kravatlar sonuna kadar çekik, ceketi ilikli. Ayakkabılar göz alıcı. Ben
neden daha önce fark etmedim ki onu? Nasıl olur? Hem de yan sınıftaymış. E yan
sınıftaysa Kübra’ya mı sorsam, sınıf arkadaşı sonuçta. Kübra anlatınca daha bir
sevdim tam kafa dengimmiş ya.
Bana doğru geliyor. Ah konuştu, benimle. Benimle…
“Az önce gelip bana bir soru mu sormuştu o? Aaaah! Cansu
niye vuruyorsun? Acıdı.”
“Aptal aptal arkasından bakıyordun!”
“O değil de ben
sürekli onların sınıfına gidiyorum, çocuk anlayacak. Ne yapsam? “
O sırada sınıfımızın “abisi” gelip “Gel ben götüreyim seni.”
diyince bana bahane oldu, sanki onunla geziyormuş gibi görünsem de çocuğu
görmeye gitmiştim.
Bir gün anahtarlığımı görüp yanıma geldi.
“Bunu alıcam senden.”dedi.
“O zaman bilekliğini alırım.”
“Onu vermem, ben de bir arkadaşımdan aldım.”
“O zaman…”
O sırada anahtarlığı alıp gitmişti bile.
Birkaç gün sonra yakın arkadaşlarımdan biri doğum günümde
bana bir hediye verdi. İçinde o bileklik vardı. Ruh halimi anlatmam çok zor,
garip şeyler yaşamıştım. Gülmekle ağlamak arasındaydı sanırım. Arkadaşım, benim
doğum günüm için istediğini söylemişti ve o da bir şekilde vermişti.
İşte nasıl kötü bir insan olduğumun hikayesi başlıyor. Bu,
çocuk başka bir okula geçmeden hemen önce oldu.
Tüm bunlarla birlikte, okula gidip geldiğim serviste bir
arkadaşım vardı. O da bir başka sınıftaydı. Okula başladığım ilk zamanlarda
serviste ilk tanıştığım insan... Bu kızcağız benim gibi değildi. Tam bir
dişilik abidesi olarak sonraki dört yılda serpildikçe serpildi. Bir şekilde
beni de çok severdi. Her an benimle ilgilenme eğiliminde olduğunu hatırlıyorum.
Başım ağrıyor olsa, ya da bir şeye üzülmüş olsam hemen yanımda biterdi. Bense
ona aynı bağlılığı göstermemiştim hiç. Bir gün servisin dolmasını ve gitmesini
beklerken yine gelip benimle konuşmaya başladı. Kapı açıktı dışarıyı
izliyorduk. Her yer öğrenciydi. Benim gözlerim tabi ki platoniği hemen
bulmuştu. Kız bir yandan anlatıyordu, ben dinliyor gözüküyordum. Sonra gerçekten
dinlemem gereken bir şey söyledi.
“Onu tanıyor musun?”
“Çok az.”
“Garip bakıyor. Öldürecek gibi, ya da nefret ediyormuş gibi.”
“Şey… O hep öyle sanırım. Başka türlü baktığını görmedim.”
“Ama çok hoş bir yanı var. Adını biliyor musun?”
O sırada dudağını ısırıp çocuğa baktığını gördüğümde
elbetteki her şeyi unuttum ve içimdeki cadalozu ortaya çıkardım. Hemen oturduğumuz
yerden kalktım ve soğuk şekilde cevapladım sorusunu.
“Adı mı? Uzun süredir ondan çok hoşlanıyorum. Sence adını
bilmeme olasılığım nedir?”
“Ah… Umm. Tamam o zaman. Özür dilerim, bilmiyordum da.”
“Öğrenmiş oldun.”
Bana göre, açıkça “Uzak dur!” mesajı vermiştim ancak daha
sonraları kızın da onu izleyip durduğunu gördüm. O andan sonra kız ne zaman ona
yaklaşsa kötü bakışlar atıyordum ve o da uzaklaşıyordu. Daha sonra çocuk başka
bir okula gitti. Birkaç arkadaşım benim telefonumu kullanarak ona ilan-ı aşk
etti. Benim adıma, ama benim isteğim dışında. Bana kalsa sonsuza kadar içimde tutardım ne de
olsa. Çocuk kibarca beni reddetmişti ve de olay kapandı.
Ancak, o arkadaşıma söylediğim şey beni üzüyor şimdilerde. Çocuğun
beni sevmediği oldukça açıktı ve ben de farkındaydım. Aramızda bir şey
olmayacağını biliyordum. Belki o kızla aralarında güzel bir şeyler olabilirdi. Belki
de, ne bileyim hayallerinin kızı falandı o kız. Ama kendime dur diyememiş ve
bir anda öyle bir insan olmuştum. Halbuki, adını söyleyebilirdim. Kendi hislerimin
platonik olduğunu kabullenip onlara izin verebilirdim. Tersine engel olmuş gibi
hissediyorum. Daha doğrusu kıza engel olmuştum. O çocuk zaten aşkı birileri gözüne
sokmadan onu görecek türde biri değildi. Buradan bunun için o arkadaşımdan özür
diliyorum. Tabi o çocuktan da. Umarım beni affederler.
Büyük bir itiraf yapmış gibi hissediyorum. Kötü bir davranış
sergilemişim. Söyleyince hissettirdiği suçluluk biraz azaldı.
İşte bebeyimler. Bu Asosyal Prenses aslında kötü cadının
huyuna çekmiş biraz.
Şimdilik bu kadar. Kendinize iyi bakın.
Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)