Pages

10 Ağustos 2012 Cuma

Sayısız hikayelerim.



Eskişehir-2006
İlkokulda Türkçe derslerinde sınıf öğretmenimiz kompozisyonlar yazdırırdı. Ama yazdıklarımın beğenilip beğenilmediğini hatırlamıyorum. Ben olsam beğenmezdim sanırım. “Uzaylı saldırısı ve kaçış”, “uzayda bir gün” gibi bir hayal dünyasından bahsediyorum.
Sekizinci sınıftayım. Şimdi durum biraz daha değişik... Türkçe öğretmenimiz çok korkutucu bir adam. Yüksek not vermeyeceğini söylüyordu. Her sınavında dilbilgisi sorularının yanı sıra bize kompozisyon yazdırdı. Yetişmeyeceğinden korksam da her defasında sihirli şekilde  sorunsuz atlattım. Şu an bakıyorum da, Türkçe notum hiç düşmemiş. Hatta en iyi dersim bile diyebilirim. Kompozisyonlardan olabilecek en yüksek notları aldım. Öğreneceklerimi çok iyi öğrendim.
...

Eskişehir-2010

Orta okulda Türkçe’yi o kadar iyi öğrenmişim ki lisede ne dil ve anlatım dersini ne de edebiyat dersini dinlemedim. Onun yerine bir şeyler yazıp durdum. Ve bilin bakalım ne oldu? Yine düşük notum yok. Elimdeyse birkaç hikaye var.

Eskişehir-Günümüz

Geçen gece Cemre ile konuşuyordum ve bir süredir ağzımda dolanan bir baklayı çıkardım.
“Cemre bir şey söyleyeceğim, ama kızma.”
“Söyle.”
“Benim aklıma iki hikaye daha geldi. :/”
“Diğerleri ne alemde peki? İyi gelmiş, hoş gelmişler de.”
“Durup durup, bir ona bir ona bir öbürüne yazıyorum. Bu yeni gelenlerin ikisi de yol hikayesi. İkisi de fantastik.”
“Neyse bunlara başla sen, elbet sonları da gelir artık.”
“Ollllllleeeeeeeyyyy!”

Şimdi, başlarken neden “kızma” dedim, bitirirken neden o kadar sevindim?
Çünkü Cemre iyi bilir, sürekli bi taraflardan hikaye uyduruyorum. Günde yaklaşık 5-6 tane geliyor aklıma. Bunu hergün yapıyorum ve ilk başladığında lise birdeydim. Siz hesap edin artık.
Tabi ki aklıma her geleni yazmaya oturmuyorum. Ya da bazılarını, bundan iş çıkmaz diyip bir kenara bırakıyorum. Dünkü konuşmamız da bu konu üzerine devam etti.
“Sence kaç tane uydurmuşumdur ki? Bir sayayım şunları.”
“Vardır bi 5-6 tane.”
“Saydım o kadar değil. Hazırsan söylüyorum.”
“Söyle”
“Aklıma gelen 13 tane. Birkaç tanesini de atlıyorum, hissediyorum.”
“Ooo may gaddd”
Evet, ikimiz de bu kadar beklemiyorduk. Hatta gece yatmadan önce iki tane daha hatırlamıştım ama uyuyunca geri unutmuşum.
Bu yazıda işte o hikayelerden bahsedeceğim. Yalnız, henüz isimleri yok bunların.
Bir de en sevdiklerimi ele alacağım. Daha tam olarak oturtamadıklarım var çünkü ^^


    1)   İlk olarak, en yeni, en taze, en en en yollu hikayem.  Yollu dediysek, hemen kötü düşünmeyin. Yol’lu hikaye bu. Fantastik dünyalara giden bir yoldan söz ediyorum. Ama bizim dünyada ilerliyor. Fantastikler aramızda aslında! Albino hastalığı taşıyan bir genç kızla onu kaçıran bir serseri hakkında. Yolda karşılaşacakları insanlar(!) ve de insan olmayanlarla birlikte gizemli bir tapınağı arama girişimlerine şahit olacağız.
    2)  Yollulardan ikincisine gelirsek, bu hikayede iki kardeş üzerinden gidiyoruz. Aynı fantastik dünyadayız ama bunlar başka insanlar. Dertleri öncekiler kadar büyük değil. Dünyayı kurtarmak için olayın köklerine inmiyorlar. Ailesi fantastikler tarafından kaçırılmış iki kardeş bir büyücü hatunu da yanlarına alarak yola koyuluyorlar. Tek dertleri ailelerini kurtarmak. Son derece şaşkoloz bir kız olan bu büyücü yardım edeyim derken işleri daha da karıştırınca iki kardeş, diğer kardeşlerini ve annelerini bulabilecek mi?

"Korecan" (!) olduğuma göre benim de Kore hikayelerim var tabi. Kore’ye giden birkaç Türk kızının yaşadıkları aşk maceralarını anlattığım hikayeler... Bunların hepsi müzikal türünde.  Şimdilik dört tane. (Aslında 3 taneydi de, dün gece aklıma bir tane daha geldi. ) bunlar bana masal gibi geliyor, masal gibi anlatacağım.



        3)   İlki bir Türk "Korecan" ile ilgili… Kızımızın en yakın arkadaşı bir Koreliymiş. Ama bu kız hiç Kore’ye gidememiş. Aslında gidecekmiş de bir şeyler engel olmuş. O da Kore için biriktirdiği tüm paralarını kurslara, derslere harcamış ve hayalindeki mesleği yapmaya başlamış. Yıllar önce kendisine engel olan o şey gelecekte "Korecan"ın  bir hayalini daha gerçekleştirmiş. Böylece  kızımız Kore’ye yollanmış ve en yakın arkadaşının da içinde olduğu bir cümbüş başlamış.
     4)  Yıllar önce genç bir Türk kızı babasına “Annemi bulacağım!” diye söz vermiş. Babasının ölümünün ardından da bu genç kız, hem hayatını devam ettirmiş hem annesini aramış. Çeşit çeşit ülkelere gitmiş, her birini fellik fellik gezmiş. Bir gün annesinin Kore’de olduğuna dair bir ipucu yakalamış. İşini ayarlayıp oraya gitmiş. Annesini bir an önce bulup, çekip gitmek isterken, burada tanışacağı yakışıklıyı hiç hesaba katmamış.

Yaşadıkları birkaç kötü şeyin ardından Kore’ye gidip müzikle tanışan ve mutluluğu bulan bu iki kızın yanında, Kore’de müziğin acı verici yanlarını keşfedenler de vardı elbette.

      5)  Yeni yetenekler bulmaya çalışan şu şirketlerden birine girmek için çok uğraşan bir kız örneğin. Kore’de dansa ve müzik yeteneğine kendi ülkesinden daha fazla değer verildiğini öğrenir öğrenmez yollara koyulmuştu. Yeteneği sayesinde kolaylıkla kabul edilmişti ancak acaba sahneye hazır mıydı? Ünlülerin hayatları göründüğü gibi değildi, ve şov dünyasında başa çıkması gereken dişli bir rakibi vardı. Ayakta durmak ve orada hayatta kalmak ne kadar da zordu…
   6)  Ya da babasıyla, henüz çok küçükken Kore’ye gelmiş olan bir kızı mı örnek vermeli.  Çünkü bu kız yeteneğini gösterme şansına bile sahip olamamıştı. Evdeki babasını ve kendini bu ülkede geçindirebilmek için uyuz bir patronla ucuz bir barda çalışmalıydı. Hayatındaki tek ilaç müzikken, günün birinde müziği ıstırap olarak gören biriyle karşılaştı. Bu kişinin taşıdığı büyük sırdan bihaber ona müziği sevdirmeye çalışması çok mu aptalcaydı? Yoksa asıl aptalca olan bu sırrın altında kendisinin de ezilebileceği gerçeği miydi?

İtiraf ediyorum bu ikisi, diğer iki Kore hikayesinden daha çok cezbediyor beni. Mutsuz sonlardan hoşlanmam, ama dram hikayeleri her zaman daha çekicidir. Bu yüzden mutluluk vadisinin ötesindeki hikayelere bile dram öğeleri koymak çok hoşuma gidiyor. Türk insanı ağlak şeyleri sever, bilirsiniz.
Daha eskilerden birkaç şey yazayım. Yine müzikal. (Çok müzikal bir insanım herhalde.)


      7)  İlk aşkı tarafından acımasızca terk edilip depresyona giren kızımızı babası, kendine gelmesi için, halasına, ülkenin diğer ucuna yolluyor. Zaten sessiz ve depresif olmaya meyilli olan bu kız ayrılıktan sonra da kendine gelemiyor doğal olarak. Yıllar geçiyor. Genç kız bir kabul mektubu alıyor, hem de başvurmadığı bir okuldan. Aynı sıralar kendisini terk eden o ilk aşk ile de karşılaşıyor. Bu başvurmadığı okula gitmeye karar veren kızımız oradaki bir arkadaşıyla bir olup ilk aşkının hayatını mahvetme çalışmalarına başlıyor. Bu çalışmalar onu nereye götürecek kim bilir…
       8)  Gezgin ve fotoğrafçı bir bloggerımız var burada! Bir de onun sarışın bir afet olan internet aşkısı. Eh bir de terk edilmiş bir babayla terk etmiş anneyi de işe katmazsak olmaz. Babacık, işi yüzünden gezip durunca, kızımız da bari bu şehirleri anlatayım diye bir blog kuruyor. Ama bilmiyor ki yeni jenerasyonun ünlülerinden en en en ünlü olanı onu takip ediyor. Genç kızımız bu ünlü çocuğun ısrarları sonucu onun yeni albümünün fotoğraflarını çekmek durumunda kalıyor. Bir yandan sarışın internet aşkısını gerçek dünyada tanırken, bir yandan da bu playboyla yakınlaşırsa neler olur?

Bayaa bayaa eskilere döndükten sonra yenilerden son bir şey daha ekleyeceğim.
Bu son yazacağım hikaye hakkında bir bilgilendirme yapmalıyım. Hikaye, oda arkadaşım Kuzey ve Güney dizisini izlerken orada gördüğüm bir mezar bekçisinden çıktı. bu amca son derece garip görünüyordu, ve de tuhaf şekilde uzak durulası… Dört ana karakterden birini-en sevimsizini- bu mezar bekçisine uyarlayarak oluşturdum. Bu karakterin dış görünüşü ise eskiden hoşlanmış olduğum biriyle aynı. Ona kötü bir son hazırlamak istiyorum.
Hikayeden biraz bahsedeyim. Kendisi yine fantastik.


        9) Ailesinin bir geziye çıkması nedeniyle hiç tanımamış olduğu büyükbabasının evine giden bir genç kızımız var. Orada edindiği en yakın arkadaşı, büyükbabanın hizmetçilerinden biri. Bir de oraya gider gitmez tanıştığı iki gizemli genç var. Bu gençlerden biri son derece kibar ve yardımseverken, diğeri yabanilik ve kendini beğenmişlik ormanında fink atmaktadır. Ancak her ikisi de görünüşlerinin altında büyük sırlar, büyüler ve lanetler taşımaktadırlar. İkisi de bu kıza ilgi duymaktadır. Kızımız ise iki erkeğe de kalbini kaptırabilir. Ya da sadece birisi tek ve ölümsüz aşkıdır. Bu; yakışıklı, kibar, harika olan çocuk mu olacak yoksa soğuk, içine kapanık ve korkutucu olan mı?

Söylemeliyim ki, başrol kızım genelde iki erkek arasında kalıyor. Bunun nedeni, sıradan tipsiz bir kızı iki süper erkeğin paylaşamamasının bana müthiş bir haz vermesi değil. Team Jacob ve Team Edward grupları kurup bunları birbirine düşürmek de değil. (Bu arada ben Bella olsam Jake’i seçerdim. Adam esmer bir kere…)


Karakterlerim neden iki adam arasında kalıyor biliyor musunuz? Çünkü BEN iki adam arasında kalıyorum. Düşünün bir, orada iki tane harika karakter oluşturmuşum. İkisinin de bütün özelliklerini içselleştirmişim. İkisini de en iyi ben tanıyorum. İkisi de çok sevilesi kişiler. Nasıl aralarında kalmayayım?
Neyse… Birkaç tane daha var yazmadığım. Bir de şimdilik hatırlamadıklarım var. Umarım günün birinde Cemre’nin dediği gibi sonları gelir. :)

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder