Pages

24 Ağustos 2012 Cuma

GD bu, türünün tek örneği! Şakaya gelmez.



Teaser’ı izleyince bir patlama olacağını tahmin etmiştim de bu kadarını beklemiyordum. Adam önceden bizi hazırlamaya çalıştı ama olmadı yani. One Of A Kind klibi VIP’lerin kalbini çaldı yine. ^^
Ne yalan söyleyeyim bayaa sert bir şey bekliyordum, hele ki şarkıya bakıldığında. Ancak klibi sizce de çok şeker değil mi?


Mesela şu küçük veletler! Sonra, kaplan ve ayıcık tabi ki… Eh, GD’nin mimiklerinden bahsetmeme gerek yok sanırım, onu hepimiz biliyoruz. *-* Bir de sanki zilyonlarca komik sahne var. Çok güldüm izlerken. ^^
Doğum gününde bile çalıştı, günlerce uyumadı ve fark ettik ki çok zengin, güzel bir klip çekmiş VIP’lerine. Bizim Lider tipten tipe, şekilden şekle girmiş yine. :)

Sonlara doğru bir bomba daha geldi ki adı: Taeyang!  En başta itiraz edip, sonradan “Sen öyle de güzelsin şekerim!” dediğimiz saçlarıyla Tae’miz GD’sini yalnız bırakmamış, dansıyla arkadaşına eşlik etmiş. Böylelikle klip daha da zenginleşmiş!
E artık anlamışsınızdır, ben çok beğendim klibi! Şarkıya da laf söyleyecek halim yok tabi ki. Zaten ben GD’den uyduruk bir şey çıktığını hiç görmediğimden, beğenmeye devam edeceğim sanırım bundan sonra da.

Tabi ki bir sürü “anti” yorum geldi ama ben onların G-Dragon’u anlamadığını düşünüyorum. (Ya da yanlış anlamışlardır. -.- ) Yıllarca eğitim görmüş,çıkış yapıp yıllarca zirvede kalmış bir adamdan söz ediyoruz, “KRAL”  diye anılan birinden…

Buyurun, burada klip. ^^


Şimdi “GET OUT!” ^^


Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)

21 Ağustos 2012 Salı

GD Geliyorum Demez!


Evet sadece “geliyorum” la yetinmez.

“Geliyorum, patlatıcam ortalığı! Gene bana hayran olacaksınız oğlum, ayılıp bayılıcaksınız, hazır olun bak!” falan der.

Hem de öyle bir der ki…  Adam ucundan azıcık gösterse bile mamalarını bekleyen yavru kuşlar gibi ağzımızı gökyüzüne açarız.  :)


Önce bu gelmişti, sonra da teaser!

Kore’de saat sabahın dokuzuyken, Gd efendi yeni şarkısı "One Of A Kind" ın teaserini yayınladı. Ben de “Amanın aklasjdlksfjsdlk” olaraktan izledim. Tepkim: "O 25 Ağustos hemen gelsin, yoksa karışmam!"


GD gene tarzlık yapmışsın kereta… Saçların gözümüzden kaçmadı. Hatta bir arkadaşın dediği gibi “gözümüze kaçtı!”
Başkaları ne düşündü bilmiyorum ama bence tam bir Captain G-Sparrow’du.
Tam çıkaramadım ama sanırım GD “son zamanlarda çok spor yapıyor” dedikodularının da karşılığını vermiş oldu. Bakalım, aslını astarını klibin tamamı yayınlanınca göreceğiz.

Velhasıl, burada saat üç falandı teaser yayınlandığında. Milletin uykularını kaçırmayı başardı şu kısacık şeyle. Ben bu “türünün tek örneği” adamı takdir etmeyim de ne yapayım?  
Sabırsızlıkla bekliyorum ^^

PS: Aslında başka bir yazı yazacaktım ama GD her şeyi alt üst etti. Bu yüzden öncelik onun :)

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)

10 Ağustos 2012 Cuma

Sayısız hikayelerim.



Eskişehir-2006
İlkokulda Türkçe derslerinde sınıf öğretmenimiz kompozisyonlar yazdırırdı. Ama yazdıklarımın beğenilip beğenilmediğini hatırlamıyorum. Ben olsam beğenmezdim sanırım. “Uzaylı saldırısı ve kaçış”, “uzayda bir gün” gibi bir hayal dünyasından bahsediyorum.
Sekizinci sınıftayım. Şimdi durum biraz daha değişik... Türkçe öğretmenimiz çok korkutucu bir adam. Yüksek not vermeyeceğini söylüyordu. Her sınavında dilbilgisi sorularının yanı sıra bize kompozisyon yazdırdı. Yetişmeyeceğinden korksam da her defasında sihirli şekilde  sorunsuz atlattım. Şu an bakıyorum da, Türkçe notum hiç düşmemiş. Hatta en iyi dersim bile diyebilirim. Kompozisyonlardan olabilecek en yüksek notları aldım. Öğreneceklerimi çok iyi öğrendim.
...

Eskişehir-2010

Orta okulda Türkçe’yi o kadar iyi öğrenmişim ki lisede ne dil ve anlatım dersini ne de edebiyat dersini dinlemedim. Onun yerine bir şeyler yazıp durdum. Ve bilin bakalım ne oldu? Yine düşük notum yok. Elimdeyse birkaç hikaye var.

Eskişehir-Günümüz

Geçen gece Cemre ile konuşuyordum ve bir süredir ağzımda dolanan bir baklayı çıkardım.
“Cemre bir şey söyleyeceğim, ama kızma.”
“Söyle.”
“Benim aklıma iki hikaye daha geldi. :/”
“Diğerleri ne alemde peki? İyi gelmiş, hoş gelmişler de.”
“Durup durup, bir ona bir ona bir öbürüne yazıyorum. Bu yeni gelenlerin ikisi de yol hikayesi. İkisi de fantastik.”
“Neyse bunlara başla sen, elbet sonları da gelir artık.”
“Ollllllleeeeeeeyyyy!”

Şimdi, başlarken neden “kızma” dedim, bitirirken neden o kadar sevindim?
Çünkü Cemre iyi bilir, sürekli bi taraflardan hikaye uyduruyorum. Günde yaklaşık 5-6 tane geliyor aklıma. Bunu hergün yapıyorum ve ilk başladığında lise birdeydim. Siz hesap edin artık.
Tabi ki aklıma her geleni yazmaya oturmuyorum. Ya da bazılarını, bundan iş çıkmaz diyip bir kenara bırakıyorum. Dünkü konuşmamız da bu konu üzerine devam etti.
“Sence kaç tane uydurmuşumdur ki? Bir sayayım şunları.”
“Vardır bi 5-6 tane.”
“Saydım o kadar değil. Hazırsan söylüyorum.”
“Söyle”
“Aklıma gelen 13 tane. Birkaç tanesini de atlıyorum, hissediyorum.”
“Ooo may gaddd”
Evet, ikimiz de bu kadar beklemiyorduk. Hatta gece yatmadan önce iki tane daha hatırlamıştım ama uyuyunca geri unutmuşum.
Bu yazıda işte o hikayelerden bahsedeceğim. Yalnız, henüz isimleri yok bunların.
Bir de en sevdiklerimi ele alacağım. Daha tam olarak oturtamadıklarım var çünkü ^^


    1)   İlk olarak, en yeni, en taze, en en en yollu hikayem.  Yollu dediysek, hemen kötü düşünmeyin. Yol’lu hikaye bu. Fantastik dünyalara giden bir yoldan söz ediyorum. Ama bizim dünyada ilerliyor. Fantastikler aramızda aslında! Albino hastalığı taşıyan bir genç kızla onu kaçıran bir serseri hakkında. Yolda karşılaşacakları insanlar(!) ve de insan olmayanlarla birlikte gizemli bir tapınağı arama girişimlerine şahit olacağız.
    2)  Yollulardan ikincisine gelirsek, bu hikayede iki kardeş üzerinden gidiyoruz. Aynı fantastik dünyadayız ama bunlar başka insanlar. Dertleri öncekiler kadar büyük değil. Dünyayı kurtarmak için olayın köklerine inmiyorlar. Ailesi fantastikler tarafından kaçırılmış iki kardeş bir büyücü hatunu da yanlarına alarak yola koyuluyorlar. Tek dertleri ailelerini kurtarmak. Son derece şaşkoloz bir kız olan bu büyücü yardım edeyim derken işleri daha da karıştırınca iki kardeş, diğer kardeşlerini ve annelerini bulabilecek mi?

"Korecan" (!) olduğuma göre benim de Kore hikayelerim var tabi. Kore’ye giden birkaç Türk kızının yaşadıkları aşk maceralarını anlattığım hikayeler... Bunların hepsi müzikal türünde.  Şimdilik dört tane. (Aslında 3 taneydi de, dün gece aklıma bir tane daha geldi. ) bunlar bana masal gibi geliyor, masal gibi anlatacağım.



        3)   İlki bir Türk "Korecan" ile ilgili… Kızımızın en yakın arkadaşı bir Koreliymiş. Ama bu kız hiç Kore’ye gidememiş. Aslında gidecekmiş de bir şeyler engel olmuş. O da Kore için biriktirdiği tüm paralarını kurslara, derslere harcamış ve hayalindeki mesleği yapmaya başlamış. Yıllar önce kendisine engel olan o şey gelecekte "Korecan"ın  bir hayalini daha gerçekleştirmiş. Böylece  kızımız Kore’ye yollanmış ve en yakın arkadaşının da içinde olduğu bir cümbüş başlamış.
     4)  Yıllar önce genç bir Türk kızı babasına “Annemi bulacağım!” diye söz vermiş. Babasının ölümünün ardından da bu genç kız, hem hayatını devam ettirmiş hem annesini aramış. Çeşit çeşit ülkelere gitmiş, her birini fellik fellik gezmiş. Bir gün annesinin Kore’de olduğuna dair bir ipucu yakalamış. İşini ayarlayıp oraya gitmiş. Annesini bir an önce bulup, çekip gitmek isterken, burada tanışacağı yakışıklıyı hiç hesaba katmamış.

Yaşadıkları birkaç kötü şeyin ardından Kore’ye gidip müzikle tanışan ve mutluluğu bulan bu iki kızın yanında, Kore’de müziğin acı verici yanlarını keşfedenler de vardı elbette.

      5)  Yeni yetenekler bulmaya çalışan şu şirketlerden birine girmek için çok uğraşan bir kız örneğin. Kore’de dansa ve müzik yeteneğine kendi ülkesinden daha fazla değer verildiğini öğrenir öğrenmez yollara koyulmuştu. Yeteneği sayesinde kolaylıkla kabul edilmişti ancak acaba sahneye hazır mıydı? Ünlülerin hayatları göründüğü gibi değildi, ve şov dünyasında başa çıkması gereken dişli bir rakibi vardı. Ayakta durmak ve orada hayatta kalmak ne kadar da zordu…
   6)  Ya da babasıyla, henüz çok küçükken Kore’ye gelmiş olan bir kızı mı örnek vermeli.  Çünkü bu kız yeteneğini gösterme şansına bile sahip olamamıştı. Evdeki babasını ve kendini bu ülkede geçindirebilmek için uyuz bir patronla ucuz bir barda çalışmalıydı. Hayatındaki tek ilaç müzikken, günün birinde müziği ıstırap olarak gören biriyle karşılaştı. Bu kişinin taşıdığı büyük sırdan bihaber ona müziği sevdirmeye çalışması çok mu aptalcaydı? Yoksa asıl aptalca olan bu sırrın altında kendisinin de ezilebileceği gerçeği miydi?

İtiraf ediyorum bu ikisi, diğer iki Kore hikayesinden daha çok cezbediyor beni. Mutsuz sonlardan hoşlanmam, ama dram hikayeleri her zaman daha çekicidir. Bu yüzden mutluluk vadisinin ötesindeki hikayelere bile dram öğeleri koymak çok hoşuma gidiyor. Türk insanı ağlak şeyleri sever, bilirsiniz.
Daha eskilerden birkaç şey yazayım. Yine müzikal. (Çok müzikal bir insanım herhalde.)


      7)  İlk aşkı tarafından acımasızca terk edilip depresyona giren kızımızı babası, kendine gelmesi için, halasına, ülkenin diğer ucuna yolluyor. Zaten sessiz ve depresif olmaya meyilli olan bu kız ayrılıktan sonra da kendine gelemiyor doğal olarak. Yıllar geçiyor. Genç kız bir kabul mektubu alıyor, hem de başvurmadığı bir okuldan. Aynı sıralar kendisini terk eden o ilk aşk ile de karşılaşıyor. Bu başvurmadığı okula gitmeye karar veren kızımız oradaki bir arkadaşıyla bir olup ilk aşkının hayatını mahvetme çalışmalarına başlıyor. Bu çalışmalar onu nereye götürecek kim bilir…
       8)  Gezgin ve fotoğrafçı bir bloggerımız var burada! Bir de onun sarışın bir afet olan internet aşkısı. Eh bir de terk edilmiş bir babayla terk etmiş anneyi de işe katmazsak olmaz. Babacık, işi yüzünden gezip durunca, kızımız da bari bu şehirleri anlatayım diye bir blog kuruyor. Ama bilmiyor ki yeni jenerasyonun ünlülerinden en en en ünlü olanı onu takip ediyor. Genç kızımız bu ünlü çocuğun ısrarları sonucu onun yeni albümünün fotoğraflarını çekmek durumunda kalıyor. Bir yandan sarışın internet aşkısını gerçek dünyada tanırken, bir yandan da bu playboyla yakınlaşırsa neler olur?

Bayaa bayaa eskilere döndükten sonra yenilerden son bir şey daha ekleyeceğim.
Bu son yazacağım hikaye hakkında bir bilgilendirme yapmalıyım. Hikaye, oda arkadaşım Kuzey ve Güney dizisini izlerken orada gördüğüm bir mezar bekçisinden çıktı. bu amca son derece garip görünüyordu, ve de tuhaf şekilde uzak durulası… Dört ana karakterden birini-en sevimsizini- bu mezar bekçisine uyarlayarak oluşturdum. Bu karakterin dış görünüşü ise eskiden hoşlanmış olduğum biriyle aynı. Ona kötü bir son hazırlamak istiyorum.
Hikayeden biraz bahsedeyim. Kendisi yine fantastik.


        9) Ailesinin bir geziye çıkması nedeniyle hiç tanımamış olduğu büyükbabasının evine giden bir genç kızımız var. Orada edindiği en yakın arkadaşı, büyükbabanın hizmetçilerinden biri. Bir de oraya gider gitmez tanıştığı iki gizemli genç var. Bu gençlerden biri son derece kibar ve yardımseverken, diğeri yabanilik ve kendini beğenmişlik ormanında fink atmaktadır. Ancak her ikisi de görünüşlerinin altında büyük sırlar, büyüler ve lanetler taşımaktadırlar. İkisi de bu kıza ilgi duymaktadır. Kızımız ise iki erkeğe de kalbini kaptırabilir. Ya da sadece birisi tek ve ölümsüz aşkıdır. Bu; yakışıklı, kibar, harika olan çocuk mu olacak yoksa soğuk, içine kapanık ve korkutucu olan mı?

Söylemeliyim ki, başrol kızım genelde iki erkek arasında kalıyor. Bunun nedeni, sıradan tipsiz bir kızı iki süper erkeğin paylaşamamasının bana müthiş bir haz vermesi değil. Team Jacob ve Team Edward grupları kurup bunları birbirine düşürmek de değil. (Bu arada ben Bella olsam Jake’i seçerdim. Adam esmer bir kere…)


Karakterlerim neden iki adam arasında kalıyor biliyor musunuz? Çünkü BEN iki adam arasında kalıyorum. Düşünün bir, orada iki tane harika karakter oluşturmuşum. İkisinin de bütün özelliklerini içselleştirmişim. İkisini de en iyi ben tanıyorum. İkisi de çok sevilesi kişiler. Nasıl aralarında kalmayayım?
Neyse… Birkaç tane daha var yazmadığım. Bir de şimdilik hatırlamadıklarım var. Umarım günün birinde Cemre’nin dediği gibi sonları gelir. :)

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)


6 Ağustos 2012 Pazartesi

BigBang için BÜYÜK hediye PATLAMASI!



Big Bang’in 6. Yıl dönümü günü geliyor… GD’nin doğum günü de öyle…
Bizim de bir azimle başlayan hediye çalışmalarımız, belki yetişmez ama yine de, devam ediyor. Gd için kaykay düşündüğümüzü söylemiştik. Peki ne yaptık ne ettik bu kaykayı? Gene ben yaptım, eninde sonunda.
Günün birinde başladım çizmeye!

Önce boyalarımı, kağıtlarımı hazırladım, yatağımı dağıttım. (Bu beni çok mutlu etti, çaktırmayın.)


İlk olarak GD’yi çizdim ama boyamasını sona bıraktım. Ee sonuçta assolist kendisi, en son sahneye çıkmalıydı. Bu yüzden yukarı doğru ilerledim. Önce İstanbul figürlerini yaptım. Bunları yaparken, kalemimden “Ben bitiyorum!” sinyalleri gelmeye başladı. Gecenin bir vakti yaptığım için ortada kalmaktan bayaa korktum. Bir de gündüz kırtasiyeye gittiğimde o kalemden bulamamıştım. Yani kalem bitse tam kalacaktım ortada. Ama idare etti canım kalemciğim ve resmi bitirene kadar sabretti ^^ gerçi sanırım hala yazıyor. Beni kandırmış. :D

Daha sonra da öndeki tekerlekler için bir şey çizdim. Onu çizmesem ortalık çok boş kalacaktı. Bu yüzden İstanbul’a da uysun diye şehir binaları “inşa ettim”. Gd’nin saçlarını pembe yapacağımdan, şehri de pembe kurdum.



Sonra da bir güzel Gd’mizi boyadım.




Eh, Gd’miz vardı, İstanbul manzarasını yaptık, şehri ekledik… Buna bir de gökyüzü gerekmez mi şimdi? Yuvarlak yerlerin kalıplarını çıkardım önce. Gereğinden büyük çizmeyeyim diye.


Güneş mi yapsam ay mı, diye düşünürken güneş yapınca istediğim etkiyi veremeyeceğimi düşündüm. Güneş olacaktı tamam ama, bez reklamından fırlamış gibi duran sevimli bulutlar, cici kuşlar… Sonra? Gd’yi zaten sevimli bir konseptte çizmiştim. “to the sk8er boi” yazısı eklemek istiyordum ve mutluluk abidesi gökyüzümde bu pek mümkün görünmüyordu. Bu yüzden ay’ı seçtim. Etrafında koyu renk bulutlar ve bir yarasa olacaktı. “to the sk8er boi” da güzel bir şekilde oraya yerleşmişti. İşte!

Şimdi bir de imza gerekiyordu tabi. Türk V.I.P’leri nasıl belirtmeliydim? Sıradan, alelade bir kalemle yazılsa olmazdı. Graffiti atmakta iyi sayılırdım, ama buraya graffiti atsam bunu okuyabilecek miydi ki Gd? Başka insanlar da olacaktı okuyamayan… O zaman işi şansa bırakmamak gerekiyordu. Gd bizim adımızı net şekilde okumalıydı. Düzgün yazdım, ama etrafını süslemeye engel olan bir şey yoktu, bu yüzden içimden geleni çizdim.

Böylelikle kaykay’ın ana çizimleri hazırdı. Bunları taratman ve bir arka plan ayarlamak gerekiyordu. Bir internet kafe buldum, resimleri tarattım ve shopumun başına geçtim. Kağıtlarda izler görünüyordu. Sadece bunları yok etmek için açık gri bir arkaplana yerleştirdim resimleri. Sonra da sevgili Madam PataPuff’a yollamak üzere bir taslak hazırladım. Arka teker nereye gelecek, ön teker nerede duracak bunları gösteriyordum. Sonra da bulduğum bir kaykay resmine bu taslağı, son derece amatörce de olsa, yerleştirdim ve kalanı Puff’a devrettim.
Sorun çıkmazsa, kaykayımız böyle görünecek...


6. yıl albümü yapıyoruz bir de. İçinde 6 temasını işlediğiniz fotoğraflardan oluşturulan bir albüm bu. Ancak ben katılmıyorum. Yine de buna katılmıyor olmam, kendi çapımda BigBang’in 6. Yılını kutlamadğım anlamına gelmiyor. Bu gece oturdum, South Park karakterleri hazırlayabileceğim bir program sayesinde sevgili BigBang’imizin üyelerini tasarladım. Sonra bunları birbirleriyle birleştirdim, arka plana birkaç havai fişek ekledim ve “Happy 6. Anniversary” yazısını ekledim. Belki insanlar onların kim olduğunu bilmiyordur diye de, BigBang fontu indirip, altına kendi stillerinde isimlerini yazdım. Son olarak imzalarımı da atınca sonuç bu oldu.



Belki o gün bir pasta yapıp, kendi çapımda kutlamalara devam ederim. :D
Şimdilik bu kadar.

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)


4 Ağustos 2012 Cumartesi

Taeyang ile akşam yemeği!




Aranızda Taeyang’ın özel, bire bir fanı olan var mı? Eminim vardır.
Şimdi size onunla baş başa romantik bir yemek yemenin yolunu söyleyeceğim. 

İlk ihtiyacınız olan şey, Tae’ye hayran olan küçük kardeşiniz. Tercihen resim çizme yeteneğine sahip olanından.  (Aslında fanıymış gibi davransa da olur, siz yemek yerken kardeşiniz ortalıkta olmayacak çünkü.)
Benimki güzel çizer. Güzel Sanatlar Lisesi’nde resim okuyor zaten. Taeyang’ın çook büyük bir fanıdır. Yani bilemiyorum nasıl anlatsam. Büyüklük vadisinin bile ötesinde bir fan hatta. İşte bu büyük fan geçenlerde eline kağıdını kalemini aldı bilgisayarın başına oturdu. Bir adet Taeyang fotoğrafı açtı ve başladı çizmeye. Bir baktıydım gerçekten benzemiş falan.



“Kız bunu twitter’a koyup Tae’yi etiketle hemen.”dedim.
E tabi kardeşim bu fırsatı kaçırır mı? Hemen dediğimi yaptı.
Ancak Taeyang efendi bir türlü görmüyordu. Kim bilir kaç defa paylaştı çizimini. Bunun üzerine bir tarih belirledi ve “O gün son kez yollayacağım bu fotoğrafı, bir daha da paylaşmam.” dedi. Tamam, dedim. Ne diyeyim ki? Beni çok da ilgilendirmiyordu sonuçta.
Belirlenen günden bir gün önce oldu ne olduysa. Hayır, Taeyang çizimin olduğu posta bir yanıt vermedi. Verse hepiniz görürdünüz zaten.
Ama… Evet, inanılmaz ama… Mesaj kutusunda bir ileti vardı. Kimden geldiğini anlamışsınızdır.
Tae tabi ki!
Oturmuş bilgisayarımla uğraşırken kardeşim bir çığlık attı. Ki böyle aşırılıklara tamamen karşı olduğunu da belirtmeliyim. Doğal olarak, o öyle bağırınca yerimden sıçradım. Eliyle ağzını kapatmış ekrana bakıyordu.
“Ne oldu be ne bağırıyorsun?”
“Cevap versene!”
“Ya cevap ver diyorum, ne oldu?”
Hatun sonunda elini kaldırıp ekranı gösterdi.
Ekrana bakınca bir şaşkınlık da ben yaşadım. Bağırmadım, ama ağzımdan “Yok artık, çüş.” gibi bir şeylerin sessizce çıktığını duydum. Sonra kardeşim gibi şoka girmektense akıllıca davranıp mesajı okumaya giriştim. Çünkü kardeşim İngilizce bilmez pek.
Sonuçta adam “Yeter artık, paylaşma. Gördük!”demiş olabilirdi. Boşuna şok olmaya gerek yoktu. Ya da belki “Resim güzel olmuş,teşekkürler. Fighting!” diyip geçmişti. Hemen de Big Bang konserine VIP bilet hediye edecek gibi komaya girmeye gerek yoktu.
Mesajı okuyunca gerçekten de bilet hediye etmediğini anladım. İngilizceydi. Kardeşim sandalyede mallık vadisine doğru yol alırken, ben de orada yarı kendi bilgim yarı chrome çeviri ile, mesaj anlamaya çalışıyordum. Karakter sınırlaması olduğu için birkaç post şeklinde yollamıştı.
“Saçlarımın bu hali daha mı iyi şimdikinden?”gibi bir şeydi ilki. “Şimdi böyle olduğuma göre, bu halimle çizmeliydin.”diye de eklemişti. Ne yalan söyleyeyim, “Kendini beğenmiş haspam, bulmuş da bunuyor.” demeden edemedim. Adam kalkmış resmi eleştirmişti. Kardeşim orada uğraşmış didinmiş ne de olsa. Sonraki mesajlarda ne yumurtlayacağını merak edip okudum.
Ne manaya geldiğini bilmediğim bir çeşit frowny face ile başlamıştı. “n_n”  
“n_n yeniden bu saçlara mı dönmeliyim? Eğer saçımı böyle yaparsam bana borçlu olursun.”
“Bu ne diyor la? Niye bu kadar takmış ki saçına?”diyip, O.o ifadesini takınmadan son postu da okudum.
“Bu arada, fan servisi yapıyorum.  Bu bir yemek teklifi! Ve rüyalar gerçekleşir! Çizimine teşekkür et.”
İşte şimdi binbir çeşit “o.O adkdflflkjdfj”  ifadesi takınabilirdim.
“Ahahahhaha! Bir ara Tae’nin hesap hacklendi diyorlardı, doğruymuş kız. Baksana! Askdljfldskkffjdljf”
Sonunda bizimki kendine geldi de iki laf etti bu sözlerim üzerine.
“Niye, ne demiş?”
Anlattım, ne anladıysam. Bizim hatun şekilden şekle renkten renge girerken ben de ne düşündüğümü tekrar söyledim.
“Bence hacklenmiş.”
“Olsun olsunnn, cevap verelim!”
“Ne diycez ki?”
“Immm… Ben Türkiye’deyim, nasıl yemek yiycez, diye sor.”
“Len saçmalama bi be. Tae mi sence bu, cidden öyle mi düşünüyorsun?”
“Belki odur. Hadi cevap veeer.”
“İyi o zaman, hayal kırıklığı yaşarsan ben sorumlu değilim.”
Böylece cevaplar verildi, cevaplar alındı. Tae olduğunu söyleyen paşam, kardeşim diye benle konuştu. Derken derkeeen, efenim bunlar muhabbeti ilerletti mi benim başıma. Kardeşim gerçekten de Tae ile yemek yiyecekti. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. En sevdiğim grubun üyesi evet, idollerimden biri evet. Ama adamı tanımam etmem, bir kere hiç sevgilisi olmamış len! Çok sakat bir durum değil mi sizce de? Dedim, bensiz gidemezsin! Tamam, dedi kardeşim de. Böylece üçümüz de aynı gün İstanbul’daydık. Bu arada çingular, kimseye haber vermediğim için üzgünüm. EN yakın arkadaşıma bile söylemedim. Söyleyemezdim Taeyang Türkiye’ye geliyor diye. Sonuçta onun da hayatı bu bir yerde. Gizli gizli geldi. Ama hava alanında falan kimsenin tanıyıp da fotoğraf çekmemesi gerçekten şaşırtıcıydı, hala anlamış değilim o meseleyi ben de. Tam bir Tae gibi giyinmemişti gerçi. Amele bir Koreli gibi görünüyordu itiraf edeyim. :D  Neyse konuya dönüyorum.
Bu ikisi sonunda buluştu ve ben biraz uzaktan izlemeye başladım. İçim gitmedi değil aslında, ben de tanışmak, konuşmak istiyordum Tae ile. Ayrıca kardeşim de yarım yamalak İngilizcesiyle nasıl muhabbet yürütecekti ki? Ama gene de uzak durdum. Ben de çizeydim benle de buluşurdu ne de olsa. Bu arada kuzenimin evine gittik. Ben bir restorana gidilir diye düşünüyordum ama adam tanınmayacağı bir yer olsun isteyince o gelmeden kuzenimle konuşup evi bir geceliğine bize vermesini istedik. Kardeşim ve Taeyang yemek için yukarı çıkınca biz de kuzenim ve eşi ile orada öylece bekleşmeye başladık. Bu ikisi çok neşeli tiplerdir. O yüzden ben de sıkılmadım hiç. Ama yalan söylemeyeceğim, Tae ile konuşamamama tekrar bir üzüldüm. Adam Big Bang’de yani boru değil. En sevdiğim grubun bir üyesi.
Birden telefonum çaldı ve kardeşim yukarı gelsene abla, dedi.  “Amanın yemeğe ben de katılıcaaammm” düşünceleriyle yukarıya yollandım. Kapıdan girdim ve kardeşim ışık hızıyla yanımdan geçip çıktı. Siz takılın Cansel aradı, diyip gitti.
Ben tabi ki hem heyecan, hem de “Ee napacağuk ki şimdi biz?”modunda içeri girdim. Elimde anahtarı sallıyordum. Genelde gerginken yaparım bunu. Mutfakta Tae’nin tıngırtıları geliyordu. Gittim bir baktım ki bizim idol, yeni bir idollük örneği sergileyerek yemek yapmaya oturmuştu. Daha doğrusu oturmak şöyle dursun dans ediyordu.  Ne kadar oynak bir adam olduğunu düşünmeden edemedim.
Önce yardım edilecek bir şey varsa diye yan tarafına geçtim ama bir süre sonra dansını engellediğimi fark edip masaya geçtim. Dans edemeyince çok ters bir bakış atmıştı bu arada. Aklımdan çıkmıyor. :D
Yemeği yapmayı bitirip önüme getirdiğinde, açıkçası pek de beğenmedim -,- bulmuş da bunuyorum, değil mi? :D soğan, marul, başka birkaç yeşillik ve içindeki etlerle pek yenesi görünmüyordu ne yapabilirdim.  Ama zorlana zorlana bir şeyler yedim, ayıp olacaktı yoksa. Adamı Türkiye’ye getirip “Yemeğini beğenmedim şekerim, olmaz böyle!” denilmez. Bu sırada da kardeşimin çizimlerinden onun müziğinden, Big Bang’in müziğinden hepsinden konuşuyorduk. Bir itiraf daha, zayıf İngilizcem yüzünden adam bir dediğini tekrarlamak zorunda kaldı arada sırada. Sonuç olarak anlaştık ama. :))

Çingular! Türkiye’deki hayranlarından çok haberlerinin olmadığını söyledi. Ben de burada ne kadar sevildiklerini dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Hatta Big Bang’in altıncı yılı ve GD için olan hediyelerimizi de biraz çıtlattım. Gerçekten bu konuyla bayaa ilgilendi ve sorular sorup durdu. Ama açık etmedim merak etmeyin. Zaten o sıralar çizimleri benim yapacağım da kesin değildi. :))
Biz konuşurken elektrikler kesildi yalnız! Bir yerlerden mum bulup yaktık ama, ortam biraz gerildi tabi mum ışığında. Pek konuşamadık, birkaç şey geçti sadece. Sonra ikimiz de kalktık. Yemeğimi de doğru düzgün yememiştim zaten. Otele gidemeyeceği için o gece Tae’miz kuzenimin evinde kaldı. Ertesi gün erkenden yine onlara gittik kardeşimle. Dünkü işini halletmişti ve şimdi de o konuşacaktı Tae ile adam akıllı. Neyse ki kuzenim ve eşi iyi derecedeki İngilizceleriyle ona yardım ettiler ve kardeşimle Tae’yi anlaştırdılar.
O gün akşam üstü uçağı kalkıyordu. Gezmeye fırsatı olmadan direk dönecekti. Biliyorsunuz bu aralar yoğunlar. Bizimle fotoğraflar çekindi, (Kardeşim de ben de birer kolyesine el koyduk bu arada! ^^), üzerine amele Koreli kıyafetlerini giydi ve havaalanının yolunu tuttu. Kuzenimin kocası bıraktı onu. Biz gidemedik ne yazık ki. Her ihtimale karşı yani. Biri tanır falan, kimmiş bu kızlar demesinler.

Sonra tekrar mesaj atmadık ona. Yüz veren adamdan astarını istememek gerek. Fan servisiydi ve bitti. 

Kardeşim çok mutlu bu aralar. Ben de mutluyum! Böylece Big Bang’e bir adım atmış oldummm.
Umarım Tae bizi unutmaz ve Big Bang de hediyelerimize karşılık verir. Bir konsercik istiyoruz, çok mu? ((:

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle... :) 


PS: Bunlar olurken, üstüm açık yatmıştım sıcak diye…