Pages

30 Temmuz 2012 Pazartesi

İtiraf: Lisede Platonik Aşkıma Kötü Bir Şey Yaptım!




Az önce mutfağıma çekilmiş bulaşıklarımı yıkarken aklıma bir şey takıldı. Müthiş bir itiraf isteği oluştu içimde. Aman aman anlatılmaz yaşanır. İtiraf etmezsem çatlayacağım!
Ben çok kötü bir şey yaptım sanırım.

Sene 1912 Titanic daha batmamış… Dur bu önceki hayatımda yaptığım bi pislikti. Şimdikine dönecek olursak…

Platonik aşkıma yaptığım bir kötülük bu.
Lisedeydim bebeyimler. Çok geçmemiş üzerinden. Yani tam olarak kaçıncı sınıftaydım hatırlamıyorum ama muhtemelen, birinci ya da ikinci sınıfta değildim. Üç veya dört gibi bir şeydi.
Ben o zamanlar çok tuhaf bir öğrenci olduğumu düşünüyorum açıkçası. Sınıfta doğru düzgün sesim çıkmazdı. Üç tane adam akıllı arkadaşım vardı. (En çok sevgiyle hatırladığım, her halimi çeken sıra arkadaşım. :)) Yine de sevilmeyen biri değildim sanırım. Yani herkes bana gülerdi en azından.
Azıcık depresiftim aslında. Bildiğiniz ergen işte. İçimdeki potansiyel Pollyanna henüz uyuyordu o sıralar. En ufak şeyi sorun yapardım. Herkesin hareketi de batardı. Kimseyi beğenmezdim. Kendimi de hiç beğenmezdim. Farkındaydım da yani tavrımın.
Tuhaf giyinirdim. Okul formam rozet doluydu. Öğretmenler sinirlenirdi. Ayakkabılarım fazla renkliydi. Öğretmenler yine sinirlenirdi. Saçımı kağıt tutacaklarıyla doldururdum. Öğretmenler sinirlenirdi. Ama yine de kravatı sonuna kadar çekip, ceketimle örnek bir şekilde dolanırdım. Tüm bu kuralsızlığa karşı bir tezatlık yapmış ve bunu eğlenceli bulmuştum. Kendi kendime eğleniyordum. Bu şekilde olmam öğretmenlerin de hoşuna gidiyordu.
Heh işte bu görünüşü aklınızda tutun. Birazdan yine söz konusu olacak.
Her şeyi yavaş çekimde hatırlıyorum. *-*
Sınıfın olduğu kata çıkmak için merdivenleri kullanıyordum. Nöbetçi öğretmen merdivenlerin başında dikiliyordu. Kafa dengi bir kadındı bu öğretmen.
“Ayakkabıların ne kadar değişik kız.” demişti. Gülüp teşekkür ettim ve çıkmaya devam ettim. Hocamın yanından geçtim. Birkaç adım attım. Veee… Tam önümden geçip sınıfına yollanırken onu gördüm. Arkasına dönüp arkadaşına komik bir espri yaptı. Filmlerdeki gibi dönerken kravatı uçuştu saçları havalandı hatta. Hemen sınıfa koşup “Gizem galiba aşık oldum!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Hatta bağırmamıştım. Adeta haykırmış ve bayılmanın eşiğine gelmiştim. Sonrası film şeridi gibi. Arka fonda Minnie Riperton-Lovin' You çalıyor.


Bir bakmışım her gün kapıdayım, çocuğu izliyorum. Görünen kadarıyla çok eğlenceli bir tip. Etrafındaki insanlar hep söylediklerine gülüyor gibi. Popüler bir çocuk sanırım. Amanın benim gibi giyiniyor bu ya. Tam bir serseri edasında dolaşsa da kravatlar sonuna kadar çekik, ceketi ilikli. Ayakkabılar göz alıcı. Ben neden daha önce fark etmedim ki onu? Nasıl olur? Hem de yan sınıftaymış. E yan sınıftaysa Kübra’ya mı sorsam, sınıf arkadaşı sonuçta. Kübra anlatınca daha bir sevdim tam kafa dengimmiş ya.
Bana doğru geliyor. Ah konuştu, benimle. Benimle…

“Az önce gelip bana bir soru mu sormuştu o? Aaaah! Cansu niye vuruyorsun? Acıdı.”
“Aptal aptal arkasından bakıyordun!”

 “O değil de ben sürekli onların sınıfına gidiyorum, çocuk anlayacak. Ne yapsam? “
O sırada sınıfımızın “abisi” gelip “Gel ben götüreyim seni.” diyince bana bahane oldu, sanki onunla geziyormuş gibi görünsem de çocuğu görmeye gitmiştim.

Bir gün anahtarlığımı görüp yanıma geldi.
“Bunu alıcam senden.”dedi.
“O zaman bilekliğini alırım.”
“Onu vermem, ben de bir arkadaşımdan aldım.”
“O zaman…”
O sırada anahtarlığı alıp gitmişti bile.

Birkaç gün sonra yakın arkadaşlarımdan biri doğum günümde bana bir hediye verdi. İçinde o bileklik vardı. Ruh halimi anlatmam çok zor, garip şeyler yaşamıştım. Gülmekle ağlamak arasındaydı sanırım. Arkadaşım, benim doğum günüm için istediğini söylemişti ve o da bir şekilde vermişti.
İşte nasıl kötü bir insan olduğumun hikayesi başlıyor. Bu, çocuk başka bir okula geçmeden hemen önce oldu.
Tüm bunlarla birlikte, okula gidip geldiğim serviste bir arkadaşım vardı. O da bir başka sınıftaydı. Okula başladığım ilk zamanlarda serviste ilk tanıştığım insan... Bu kızcağız benim gibi değildi. Tam bir dişilik abidesi olarak sonraki dört yılda serpildikçe serpildi. Bir şekilde beni de çok severdi. Her an benimle ilgilenme eğiliminde olduğunu hatırlıyorum. Başım ağrıyor olsa, ya da bir şeye üzülmüş olsam hemen yanımda biterdi. Bense ona aynı bağlılığı göstermemiştim hiç. Bir gün servisin dolmasını ve gitmesini beklerken yine gelip benimle konuşmaya başladı. Kapı açıktı dışarıyı izliyorduk. Her yer öğrenciydi. Benim gözlerim tabi ki platoniği hemen bulmuştu. Kız bir yandan anlatıyordu, ben dinliyor gözüküyordum. Sonra gerçekten dinlemem gereken bir şey söyledi.

“Onu tanıyor musun?”
“Çok az.”
“Garip bakıyor. Öldürecek gibi, ya da nefret ediyormuş gibi.”
“Şey… O hep öyle sanırım. Başka türlü baktığını görmedim.”
“Ama çok hoş bir yanı var. Adını biliyor musun?”
O sırada dudağını ısırıp çocuğa baktığını gördüğümde elbetteki her şeyi unuttum ve içimdeki cadalozu ortaya çıkardım. Hemen oturduğumuz yerden kalktım ve soğuk şekilde cevapladım sorusunu.
“Adı mı? Uzun süredir ondan çok hoşlanıyorum. Sence adını bilmeme olasılığım nedir?”
“Ah… Umm. Tamam o zaman. Özür dilerim, bilmiyordum da.”
“Öğrenmiş oldun.”

Bana göre, açıkça “Uzak dur!” mesajı vermiştim ancak daha sonraları kızın da onu izleyip durduğunu gördüm. O andan sonra kız ne zaman ona yaklaşsa kötü bakışlar atıyordum ve o da uzaklaşıyordu. Daha sonra çocuk başka bir okula gitti. Birkaç arkadaşım benim telefonumu kullanarak ona ilan-ı aşk etti. Benim adıma, ama benim isteğim dışında.  Bana kalsa sonsuza kadar içimde tutardım ne de olsa. Çocuk kibarca beni reddetmişti ve de olay kapandı.
Ancak, o arkadaşıma söylediğim şey beni üzüyor şimdilerde. Çocuğun beni sevmediği oldukça açıktı ve ben de farkındaydım. Aramızda bir şey olmayacağını biliyordum. Belki o kızla aralarında güzel bir şeyler olabilirdi. Belki de, ne bileyim hayallerinin kızı falandı o kız. Ama kendime dur diyememiş ve bir anda öyle bir insan olmuştum. Halbuki, adını söyleyebilirdim. Kendi hislerimin platonik olduğunu kabullenip onlara izin verebilirdim. Tersine engel olmuş gibi hissediyorum. Daha doğrusu kıza engel olmuştum. O çocuk zaten aşkı birileri gözüne sokmadan onu görecek türde biri değildi. Buradan bunun için o arkadaşımdan özür diliyorum. Tabi o çocuktan da. Umarım beni affederler.

Büyük bir itiraf yapmış gibi hissediyorum. Kötü bir davranış sergilemişim. Söyleyince hissettirdiği suçluluk biraz azaldı.

İşte bebeyimler. Bu Asosyal Prenses aslında kötü cadının huyuna çekmiş biraz.
Şimdilik bu kadar. Kendinize iyi bakın.

Pabucunuzu bir yerlerde unutmanız dileğiyle… :)




2 yorum:

  1. Ahahaha çingu postu okumadan önce 'Hayırdır inşallah, ne yaptı ki acaba?' gibi bir şeyler konuştu iç sesim.
    Bence olayı şöyle düşünmelisin; o kız, çocuğu -bunlara isim verelim. Çocuk Sang Yoo olsun. Kızın adı da Jessica. Malum Kore'nin yollu sanatçısı. :D- Jess bizim Sang Yoo'yu cidden seviyor olsaydı ne yapıp edip adını mutlaka bir yerlerden öğrenirdi. Yani suçluluk duymanın hiç gereği yok, aksine bu tavrın onu kıskandırıp aşkını bile körükleyebilirdi. Sadece ismini söylemedin ve ondan hoşlanıyorum dedin diye suçlu hissetmene gerek yok. :)
    Sen o ikinci kızların başını daha ergenken ezmişsin çingu, sevinmelisin bile bence! :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Puff inanılmazsın, akşam akşam iyi güldürdün beni :D sen böyle diyince böyle bi havalara giriyorum falan görmelisin. "Tabi kızım!" diyorum. "Ne suçluluk duyucaksın? Zati bir şekilde birlikte olurlardı, çok lazımdıysalar." Haksız değilsin hani ^^ Ama benim bu suçluluk duygum ota da konuyooorr... Öyle yani :D

      Sil